thirdwave

Codeberg Main

Ulus-Devletler ve Milliyetçilik

Ernest Gellner

Milliyetçiliğin kökenlerini özel bir tür işbölümünde aramak gerekir [..Modern] ekonomide sürekli artan üretkenlik, o ekonomideki işbölümünün çetrefil olmasından öte, onun hızlı bir şekilde değişken olmasını da gerektirir. Bu sürekli değişimin, hercümerçin ekonomik sistem açısından ve insanların o sistem içindeki yerleri açısından kaçınılmaz bazı etkileri olmuştur. Sistem içindeki insanlar çoğunlukla aynı işte / niche noktasında tüm hayatları boyunca kalamazlar, ardı ardına birkaç nesilin aynı işte olması zaten mümkün değildir.

Bu yeni peydahlanmış hareketliliğin, yer değişiminin bir diğer sonucu ilginç bir tür "eşitlik" anlayışını ortaya çıkarır. [Modern toplum] istese de istemese de sürekli hareket halinde olduğu için, bitmek bilmeyen bir müzikli koltuk (musical chairs [1]) oyununu oynamaya mahkumdur, bunun yan etkisi ise artık kimsenin o koltukların arasında çok büyük rütbesel, kastsal engeller koyamayacak olmasıdır. O tür engeller ekonominin getirdiği hareketliliği yavaşlatırdı ve toplum tarafından tolere edilemeyecek gerginlikler yaratırdı. İnsanlar stabil bir yaşamları varsa ve gelenekle zihinleri biraz uyuşturulmuş ise en feci eşitsizlikleri tolere edebilirler, fakat abartılı bir şekilde hareket halinde olan bir toplumda geleneğin artık kimseyi uyutma şansı kalmamıştır.

[Tarım toplumlarına bakarsak] Bu toplumlarda uğraşanların, emek verenlerin eriştiği [bazı uzmanlıklar] aşırı uç noktalardaydı: o seviyelere ve o beceriye çoğunlukla hayat boyu tamamen kendini adayarak ulaşmak mümkün oluyordu, çoğunlukla küçük yaştan başlayarak diğer tüm uğraşıların bir kenara bırakılması gerekmekteydi. Doğal olarak bu toplumlardaki sanat (ve diğer) ürünler çok yoğun emek ve beceri ağırlıklıdır, o ürünlerin eriştiği çetrefillik takip eden endüstriyel çağdaki ürünlerin yakalayamadığı bir seviyededir - modern çağın ev, dekorasyon, gastronomi [yiyecek] ürünleri bilindiği gibi oldukça dandik şeylerdir.

[Şimdi] ileri bir tarımsal toplumdaki işbölümünü averaj bir endüstriyel toplum ile karşılaştıralım. [Modern toplumda] her türlü işlevin onunla ilgilenen en azından bir uzmanı vardır. Araba tamircileri mesela belli modeller üzerinde uzmanlaşırlar. Endüstriyel toplumda daha fazla insan olacaktır, ve normal sayma yöntemleriyle gidersek bu toplumda daha fazla iş kolu olduğunu söyleyebiliriz. Bu yönden bakılırsa, evet işbölümü topluma daha fazla yayılmıştır. Fakat başka bir kriter kullanırsak nihai noktasına gelmiş bir tarım toplumunda aslında daha çetrefil bir işbölümü olduğu söyleyenebilir. Bu toplumdaki uzmanlıklar birbirine daha uzaktır / daha farklıdır, bu uzmanlıklar daha net hatlarla birbirinden ayrılmıştır.

Endüstriyel bir toplumdaki eğitimin büyük kısmı aslında genel eğitimdir, yani çok rafine, çok profosyonel bir aktiviteye bağlı değildir. Endüstriyel toplum şimdiye kadar gelmiş geçmiş en fazla uzmandan oluşan toplum olabilir, ama onun eğitim sistemi şimdiye kadar gelmiş geçmiş en az rafine olan, en genelgeçer eğitimdir. Bütün çocuklara ve gençlere şaşırtıcı derecede uzun bir süre aşağı yukarı aynı eğitim dayatılmaktadır.

[Sebep surada] Modern toplumda "iş" denen şey artık bizzat bir şeyleri hareket ettirmekle alakalı değildir. Paradigma artık kazmak, toplamak, dağıtma etrafında dönmez. İş, etraftaki maddelerle birebir iletişimde olmak yerine, bir makina üzerindeki kontrolleri manipüle etmekle alakalıdır, bu toplumdaki çoğu eylem, eğer direk insanlarla alakalı değilse, bu kontroller, düğmeler, şalterler gibi herkesin kullanabileceği ve herkese standart şekilde anlatılabilecek halde olmalıdır.

[Ve bu öğretim, ancak ve ancak "koşuldan, çevresinden bağımsız" mesajların üretilebilmesi ve tüketilebilmesi sayesinde mümkün olabilir ve o tür 'genel bilgi' ancak eğitim ile aktarılabilir]. Ve bu genel bilgi kişinin [endüstriyel] iş sahibi olabilmesi ve bunun sayesinde tam bir vatandaş olabilmesi için kişiye gerekliyse, bu standardize ortam üzerinden aktarılacak genel bilgi artık ortak para birimi haline gelmiştir, ve bu tür bir eğitimi köydeki herhangi bir grubun, ailenin, asiretin vermesi mümkün değildir. Bu eğitimi ancak modern 'ulusal' eğitim sistemine benzeyen bir şeyler verebilir. Bir öğretim piramiti oluşturulacaktır, piramitin en altında ilkokullar olacaktır ki bu okuldaki öğretmenler onun en az bir üstündeki okuldan gelecektir, ki o okulda üniversite mezunu öğretmenler eğitim verecektir, ve onların eğitimini de lisans üstü diploma sahibi olan öğretmenler verecektir. Bu piramit, aynı zamanda olabilecek en ufak siyasi ünitenin de kriteridir.

Toplumun alt gruplarının artık kendi kendini üretemiyor olması, merkezi eğitimin evrensel bir norm haline gelmesi, bu eğitimin (tamamen yerine geçemese de) yerel kültürlere ek olarak kendini sunuyor olması modern dünyanın siyasi sosyolojisinin en önemli olaylarından biridir fakat bu durumun etkileri ilginçtir ki pek incelenmemiştir. Meşru eğitimin monopolize edilmesi / devlet karteli tarafından sahiplenmesi, şiddet kullanma hakkının merkezileşmesinden daha önemlidir. Bunu anladığınız zaman insanlığın özü değil ama milliyetçiliğin temelleri daha iyi anlaşılır hale gelecektir.

Şimdi dilerseniz genel olarak endüstriyel toplumun temel özelliklerine tekrar bakalım. Herkesin okur yazar olması ve [belli bir seviyede] numerik, teknik bilgi bu çağın olmazsa olmazlarındandır. Toplumun üyeleri mobildir -zaten öyle olmaya mecburdurlar-, bir aktiviteden diğerine süreklenebilirler / gönderilebilirler. Önlerine konulan yeni aktiviteye dahil olabilmelerini sağlayacak genelgeçer eğitim onlara önceden verilmiştir, bu sayede kullanma kılavuzunu, el kitabını, ne gerekiyorsa okuyarak önlerine konan yeni işlerini yapmaya başlarlar. Bu meşguliyetleri sırasında bol sayıda diğer insanlarla iletişimde olacaklardır, ve çoğunlukla bu kişilerle daha önce hiçbir tanışıklıkları olmayacaktır, bu sebeple aradaki iletişim belirgin (explicit) olmak zorundadır, bu iletişim çevre şartlarına / arka plana (context) bağlı kalan bir iletişim olamaz.

Çalışanların ayrıca, kişiden bağımsız / içinden insan çıkartılmış (impersonal) ve yazılı olarak mesaj üretebilmeleri, tüketebilmeleri de gerekir, bu mesajlar çevre koşullarına bağlı olmayan "ilgililere duyurulur" şeklinde ortaya atılan mesajlar olacaktır. [Böyle bir toplumda] bu sebepten dolayı iletişimin aynı standardize ve herkesin paylaştığı yazı ve ortam üzerinden olması gerekir. Bu sosyal kazanımı garantiliyen eğitim sistemi tam da bu sebeple büyük ve vazgeçilmez olacaktır. Sistemdeki eğitmenler yazı yazma ve üretme üzerinde tekellerini yitirmişlerdir aslında, doğru, çünkü "müşterileri" artık tüm topluma yayılmıştır, ve zaten herkesin birbirinin yerine rahatça geçerilebilme durumu eğitim makinasının içindekiler için (belki daha bile fazla) geçerlidir. Çok başarılı birkaç öğretmen ve araştırmacının yeri doldurulmaz olabilir, fakat averaj profosör ya da okul müdürünün yerini mevcut eğitmen kadrosu dışından doldurmak çok kolaydır.

Tüm bunların toplumda ve onun üyelerinin üzerindeki etkileri nelerdir? Artık toplumdaki üyelerin istihdam edilme, onurlu bir şekilde yaşayabilme, ekonomik güvenlik elde etme ve bunun sonucu olarak kendilerine saygı edinmeleri aldıkları eğitime bağlanmıştır. Kişinin aldığı eğitimin ona sağladığı kültürel fanus onun nefes alabileceği yaşamsal ve profosyonel alanın sınırlarını belirler. Aldığı eğitim artık toplum üyesinin en önemli yatırımıdır, ve bu eğitim o kişiye bir kimlik bahşeder. Modern insan, kendisi aksini zannetse bile, artık bir monarşiye, saltanata, toprağa, inanca bağlı değildir. Modern insan aslında bir kültüre bağlıdır. Genel hatlarıyla belirtmek gerekirse modern kişi devşirilmiştir. Memlük [köle asker] durumu artık evrensel bir norm halindedir. Kişinin akrabalık bağları iyiden iyiye zayıf[latıl]mısır; o bağlar, kişi ile dış dünyadaki o geniş, anonim / belirsiz kültür toplumu / guruhu ile arasına giremezler.

Bir sınıf olarak eğitmenlerin önemi işte burada ortaya cıkar - bu sınıf vazgeçilmez hale gelmiştir - diğer yandan teker teker eğitmenlerin önemli de azalmıştır çünkü kültürel kitaptaki kutsal bilgeliğe [!] erişimde tekelleri kırılmıştır. Tanım itibariyle eğitim, profosyonel baglamda herkesin devşirilmiş olduğu bir toplumda, ve kimsenin akrabalık bağlarından güvenlik elde edemediği bir yapıda öğretim ruhban sınıfı artık idari / yönetim noktalarını elde etmekte kayırılan bir durumda olamaz. Herkesin Memlük olduğu bir ortamda hiçbir özel Memlük grubu bürokraside baskın olamaz. Bürokrasi [yüzyıllar ardından] modern çağda nihayet rahat bir nefes alır, çünkü içine dahil ettiği kişilerin düzinelerce kuzenleri, asiretleri, vb. gibi bağlantılarını düşünmek zorunda kalmayacaktır [..]

Demek ki kültür artık bir süs değildir, mevcut daha baskıcı, iknasal kısıtlamaları da kullanan [modern] sosyal düzeni bir tür meşru etme çabasından öte bir şeydir o artık, kültür o gerekli paylaşılan iletişim ortamı, herkes için ortak (aslında çok küçük) o minimal atmosferdir. Bu atmosfer, içindeki toplum üyelerine modern hayatlarında nefes alma ortamı sağlayacaktır ve üretim yapmalarını mümkün kılacaktır. Herhangi bir toplumda bu atmosferin herkes için sağlanması gerekir, o zaman o kültürün de herkes için aynı kültür olması gerekir. Kültür diğer yandan "yüksek kültür" olmalıdır (edebi, eğitimsel olarak desteklenen türden), çoğulcu, çeşitli, yerele göreneğe bağlı, [nisbi olarak] ufak kalmış kültür olamaz.

İddiamız milliyetçiliğin vatanseverlikten türemiş çok farklı bir mahlukat olduğudur; bu mahlukat sadece çok özel (modernite) şartları altında türer / yayılır ve hakim hale gelir, başka hiçbir yerde hakim hale gelemez. Vatanseverlikten türemiş bu familyanın çok net / kendine has özellikleri olacaktır, mesela bu hissiyatın 'benden olanlar' diye tanımladığı insan grupları homojen, "yükselmek isteyen" bir edebi kültürde yaşayan, ve o kültürlerini aktarmalarını sağlayacak [o büyük] eğitim sistemini ayakta tutabilecek yeterli nüfusa sahip olmalıdırlar. Ayrıca bu toplum net şekilde birbirinden ayrılan alt-gruplanmalara (cemaat yapıları vb) sahip olmamalıdır, ve halk, kişisel bazda anonim [kişiliksiz, şahsiyetsiz] halde günlerini geçiren halde olmalıdır. Toplum üyesi akışkan, mobil olarak rahatça yaşayabilmelidir. Kişilerin topluma üyelik için arabulucuya ihtiyacı olmamalıdır; insanlar topluma direk dahil olabilmelidirler, toplumunun kültürünü kabul ettiği anda kişi o toplumun üyesi olarak kabul edilecektir, önce toplumun alt-gruplarından birine üye olmaları gerekmemelidir. Homojenlik, okur-yazarlık, anonimlik olmazsa olmaz şartlardır.

Genel sosyal şartlar standardize, homojen, merkezi olarak desteklenen, yüksek kültüre sahip geniş kitlelere yaşam verilebileceği bir hale gelmişse [..], bu durumda, belli özelliklere sahip eğitimsel bağlamda "kabul damgası" almış tek bir kültürün, toplumun neredeyse tamamının aidiyetlik hissiyatını tek başına çekebileceği bir durum ortaya çıkar. Kültür bu durumda meşruiyetin ulusal barındırıcısı haline gelir, ve sadece tüm bunlar olup bittikten sonra, diğer ["yabancı"] politik üniteler tarafından bu oluşumun sınırlarının ihlali bir skandal olarak görülmeye başlanır.

Ancak bu şartlar, ve sadece ve sadece bu şartlar altında uluslar bir varolma iradesi ve kültürün üzerinden tanımlanabilirler, ve bu iki kavram bir birbirini besleyerek bir politik üniteye doğru evrilir. Böyle toplumlarda halklar siyasi olarak sadece kendi kültürlerini taşıyan kişilerle kendilerini özdeşleştirmeye başlarlar. Siyaset, bunun doğal sonucu olarak etki sınırlarını kültürlerinin sınırlarına doğru genişletir, ve güçlerinin yettiği o alanın içinde kültürlerini korumaya uğraşır. İrade, kültür ve politik etki alanı bir norm haline gelir [.. tabii] bu koşullar insanoğlunun varoluşu ile direk alakalıdır denemez; mevcut durum bu varoluşun bir tür endüstriyel çeşidinden ibarettir.

Milliyetçilik aslında göründüğü gibi bir mahlukat değildir, daha da önemlisi, milliyetçilik kendisini kendisine tarif ederken bile olduğunu zannettiği şey değildir. Koruduğunu, kolladığını, tekrar ayaklandırmak istediğini iddia ettiği kültürler aslında tamamen kendi uydurmasıdır, ve o kültürel ögelerin tanımları, içeriği değiştirile değiştirile artık tanınmaz hale gelmiştir.

[.. Yaratıldığı sırada] milliyetçilik, mevcut olan / miras kalan kendinden önceki çok çeşitli kültürleri ya da kültürel zenginlikleri alır, fakat bu zenginliğin içinden belli ögeleri dikkat eleyip, seçer sonra seçtikleri ögeleri radikal bir şekilde değişime tabi tutar. Ölü diller [ya da yazım şekilleri] canlandırılabilir, hayali gelenekler icat edilebilir, hiçbir zaman olmamış pür mekanlar tekrar inşa edilebilir [..]. Kullanılan bu ufak parçalar, orayan oraya yamalanmış eklenmiş bu ekler çoğunlukla rasgele tarihsel kurgulardır, aslında herhangi bir yama / parça bu görevi yerine getirebilirdi.

[Ardından] milliyetçi toplum alanen / açık açık kendisine tapınmaya başlar.

Milliyetçiliğin kendine has unutkanlıkları ve cımbızla seçtiği favori konuları vardır; bu tercihler her ne kadar diğerlerine dünyevi imis gibi görünseler de, yine de çok ciddi göz boyama ve yalanlar içerirler. Milliyetçiliğin kendine ve diğerlerine söylediği temel yalan şudur: bu hissiyat, özünde, çoğunluğu hatta bazen tamamı daha alçak [!] bir kültürde yaşamakta olan topluma yüksek bir kültür dayatmaktır, bunun için belli seviyede kesinlik içeren bürokratik ve teknolojik eğitime gerekli yazıtsal, konuşsal dil, okul merkezli, akademisyenler tarafından tanımlanarak topluma yayılır. Amaç anonim, şahsiyetsiz bir toplum yaratmaktır, her biri bir diğerinin yerine rahatça geçirilebilen atomize vatandaşlar yaratmak, ve toplumu hepsinden öte bir kültür paylaşımı üzerinden bir arada tutmaktır. Bu düzen aslında oldukça çetrefil içyapısı olan yerel grupların yerine geçmeye çabalar, ki bu yerine geçtiği, kenara ittiği kültürler, kendini yerel şekilde üretmekte olan, halk (folk) kültürüne dayanan mikro grupların oluşturduğu kültürdür. Gerçekten olan budur.

Fakat bu durum, milliyetçilerin zannettiğinden, ve hatta ateşli bir şekilde inanıp savunduğunun tam tersidir. Milliyetçilik kendisi gibi olmayanı ezmeye başladığında, bunu, yerel olanı savunmak için yaptığını iddia eder. Kullandığı sembolizme bakarsak, sağlıklı, el değmemiş pür doğa içinden gelen, orada çalışan, çabalayan gürbüz köylünün, "halkın (volk)", hayatından alındığını görürüz. Eğer milliyetçinin ülkesi tamamen yabancı, dışarıdan gelmiş başka bir güc tarafından ele geçirilmiş ise, ve o yabancı ülkenin yüksek kültürünün yetkilileri tarafınan yönetiliyorsa, bu sunuş şeklinde içinde [az da olsa] bir doğruluk var denebilir; çünkü o isgalci güce karşı savaş verilecektir, bu amaçla önce evdeki kültürün hatırlanıp sağlamlaştırması uğraşılır, ardından milli savunma ile ülke geri alınmaya çabalanır. Fakat eğer başarılı olunursa, ve dışarıdan gelen yabancı kültür ortadan kaldırılınca, milliyetçi onun yerine elde olan eski, yerel alçak [!] kültürü geri koymaz. Kendi inşa, hatta icat ettiği yeni bir yüksek yerel kurgular (edebi temelli, uzmanlar tarafından aktarılan). Bu "yeni yükseğin" eski yerel, halksal olanla [yüzeysel] bazı bağlantıları kalabilir..

Tarım toplumundan endüstriyel toplumuna geçişin bir entropik [2] karakteri olduğu söylenebilir, bilinen kalıplardan sistemik karmaşıklığa bir geçiştir bu aslında. Endüstriyel toplumun alansal algısı ve iş gruplanmaları anlıktır (adhoc), üyelikleri akışkandır, kurumlarının, şirketlerinin üyeleri habire gidip gelirler. Bu kişilerden de zaten sadakat beklenmez, ve onlara bir iç kültür dayatılmaz. Özetlemek gerekirse, eski yapılar çözülmüştür, onun yerini rasgele, akışkan bir birliktelik almıştır, ve bu bütünlüğün (özellikle kendinden önceki tarımsal topluma nazaran) artık hiçbir ciddi alt yapılanması kalmamıştır. Atomik kişi ve kurumun, toplumun bütünü ile arasında başka bir öğe mevcut değildir.

Fakat bu rasgele hareketliliğin, entropik akışkanlığın, toplumun her tarafında saçılmış olmanın ciddi bir yan etkisi vardır. Modern toplum içinde alt-gruplanmalar çözülmüş, o gruplanmaların ahlaki otoriteleri ezilmiş / yokedilmiş olabilir, fakat buna rağmen o toplumun bireyleri hala pek çok bağlamda birbirinden farklı olmaya devam ederler. Kimisi uzun boylu, kimisi kısa boyludur, kimisi şişman, kimisi zayıftır, kimisi esmer, kimisi açık tenlidir. Muhakkak hala insanları kategorize etmenin pek çok şekli vardır, tabii bu kategorizasyonların çoğu önemsizdir. Ama bunlardan bazıları sosyal ve politik olarak çok önemli hale gelirler. Biz bu öğelere "entropiye bağışıklı kategoriler" adını veriyoruz.

Eğer bir kategorizasyon, endüstriyel toplumun ortaya çıkmasından bugüne kadar geçen zamanda toplum içinde eşit / aynı şekilde yayılmış bir kategorizasyon / özellik değil ise, o özellik entropiye bağışıklıdır. Bu durumda, o kategoriye ait olan insanlar toplumun bir kısmında, ya da tamamında konsantre halde bulunurlar. Herhalde argümanın geri kalanını tahmin edersiniz, entropiye bağışıklı özellikler endüstriyel toplum için çok ciddi bir problem oluştururlar.

--

[1] Çalan müzik ardından herkesin en yakın olduğu herhangi bir koltuğa oturduğu bir oyun.

[2] Entropi karmaşıklığın, dağınıklığın ölçüsüdür. Evrenin entropisi sürekli artar.