thirdwave

Codeberg Main

Hafta 20

Hadi Uluengin

Ve bütün irrasyonel korkularda olduğu gibi burada da, çok vahim ve çok travmatik boyuttaki bu kaygı ve endişelerin esas nedenini o "öteki"ni bilmemek eksikliği oluşturuyor.

Dogru

Bu bilmemenin sebebi ne? Aslinda sebep zannedilenden daha vahim bir merkezde: Ayn Rand bu tur "bilmeyen" ve daha kotusu "bilmeye direnen" insanlara bilgisel/kavramsal dusunemeyenler (anti-conceptual thinkers) diyor, yani bilgi sembollerini kullanarak dusunemeyenler... Bu insanlar icin her sey, dunya hakkindaki her bilgi onceden verilidir - kirintilari birlestirerek yeni kavramlara erismek onlar icin en agir iskenceden daha beterdir. Bu insanlar hayatta iki seyden veremden korkar gibi korkar: Etik ve epistemoloji.

Cunku etik, onu takip eden kisi belli temel "kavramlari" baz alarak ozeldeki her durum icin bir durus sergilemelesini gerektirir, epistemoloji ise bilginin nasil bilindigini arastirir, deser, irdeler (bilgi hakkinda bilgi -iki kat dehset!-). Algisal beyin, etik kurallarini takip edecegine olmeyi tercih eder, cunku o, bilgi sembollerinin degil, icinde oldugu grubun ne yaptigini takip etmek meyilindedir, zaten fazla dusunmekten kurtulmak icin o grubun icine siginmistir!

Her turlu suc orgutu, sosyalizm, feodal aile yapilari, fasizm ve tum kollektif ideolojiler bu tur insanlarin varligindan beslenir.

Ek olarak: Sn. Uluengin'in arada sirada pisirdigi "dindar olmayanlarin korkularinin hakliligi" durumu da yukarida yine kendi belirttigi yanilsama ile birebir alakali. Kendisi hala bu baglantiyi kurmamis, fakat zannediyorum problem, zihninde bir bahar temizligi yapma ihtiyaci.. Bazen eskiden kalan kalinti bilgiler irdelenmeden etrafta suruklenmeye devam ederler...


Taha Akyol

Sosyalizmin ahlaka değil bilime dayanmasına öncelik verdi. [..]. Bunu, determinist bir anlayışla, "bilim"in gereği gibi görüyordu.

Dogru

Ve keske bunu yapmasaydi. Marks'in "bilim" ile "sosyalizm"'i bu kadar yakin bir sekilde, yanyana kullanmis olmasi, yillarca insanlarin beyninde bilim kelimesini kirli bir kelime haline getirdi. Teknolojinin insanlarin (objektif) hayatinda en buyuk donusturuculerden / mumkun kilicilardan (enabler) biri oldugunu soylemek bu sebeple Marks'in dusuncelerinin cogunlukla yikildigi bir cagda zorlasiyor. Fakat elmalari armutlardan ayirmak lazim. Marks'in kullandigi yanlis bilimdir. Daha dogru bilimi kullanirsaniz, dogru sonuclara erisebilirsiniz. Evrimsel Oyun Teorisi matematigini kullanarak gecmis dinlerin, adetlerin ortaya cikardigi "ahlaki" bile turetebilirsiniz.


Milliyet

Gelmiş geçmiş en büyük kuramsal fizikçi olarak gösterilen Albert Einstein’ın, din ve Tanrı inancına itibar etmediği ve özellikle ömrünün son yılında bu kavramlar için “çocukça, ilkel efsaneler” nitelemelerinde bulunduğu ortaya çıktı.

Dogru olabilir ama...

.. ayni mektupta "[sadece] dahil olmaktan memnun oldugum Yahudi milleti ve cok yakinlik duydugum mentalitelerini digerlerinden ustun gormuyorum" da diyor. Yani eskiden gelen o davranislar, kultur kaliplari, vs. ile bir problemi yok, "yukarida degilim" diyor. Einstein'in bir din devleti olan Israil'in kurulmasi icin en cok cabalamis Yahudi aydinlarindan biri oldugunu unutmayalim! Milliyet okuru Kemalist yobazlar bu yaziyi okurken sozleri soyleyeni kendileri gibi biri oldugunu zannetmesinler. Hic unutmamak gerekir ki Einstein'in yasadigi yillarda zamanin en buyuk zehiri "(milletlerin) kendisini baskasindan ustun gorme" hastaligi idi... Yobaz Yahudilerde bu anlayis vardir [1], ve Alman irkciligi da mistik bir baglamda bu yanilgidaydi (ne demistik: sosyalizm + mistisizm = fasizm).

Ek olarak:

Einstein'in kitaplarinda ve popularize edilen sozlerinde "ben Spinoza'nin tanrisina inaniyorum" dedigi bilinir. Bir tanri inanci vardi. Subjektif bir alan olan din konusunda hicbir objektif ifadenin etkili olmayacagini anlamak gerekir! O yuzden zaten din bir vicdan meselesidir. Einstein organize din icin bahsedilen ifadelerden cok daha agir olanlarini fasizm icin kullanmistir. Endustriyel sistemin urettigi duz siraya girip yuruyen "kitle" sisteminin piyadesine resmen "kullanmayacaksan o buyuk beyne niye ihtiyacin var?" sozunu sarfettigi bilinir! Yeter mi bu kadar? Vallahi kolum yoruldu.

[1] Yobaz Yahudilerin bu anlayista olduguna dair bir hatiram, ABD'de bir cafe'de tanistigim normal bir Yahudi'den geliyor: Surekli birbirimize ulkelerimiz, insanlarimiz uzerinden takildigimiz bir anda ben "demek ki siz secilmissiniz haaa" deyivermistim. Bunu duyor duymaz arkadasin parmagi havaya firladi: "Tek tanrililik icin secilmislik o!" :) Sonra da utangac besus bir ifade ile "otekini dersen kesiyorlar sonra" diye (aslinda aci) bir espri de yapmisti.


Hadi Uluengin

[..] bugünün de "çevreci - ekolojist" akımları son tahlilde, yukarıdaki "anti-modern" içerikli "toprakçılık" hareketlerinin doğal uzantısıdır.

Eksik

Endustriyel Adam adli yazimizda topraga donusun hangi bilincten geldigini anlatmistik. Dogal kaynaklari isleyerek, ve sadece dogayi katlederek kar yapabilen endustriyel mentalite bir sure sonra bilincaltinda o katlettigi "seye" donmek icin dayanilmaz bir istek duyar.

Gunumuzdeki cevreci akimlarin kismen bu damardan beslendigi dogrudur. Fakat daha onemlisi bu hareketler dunya ve cevre hakkinda daha iyi bilgi edinebilmenin de bir sonucudur. Uzaydan dunyanin ilk resmi cekildikten neredeyse gunler sonra ilk yesilci hareket baslamistir. O tek resim "buradan baskasi yok (simdilik)" ve "evimiz" mesajini insanlara buyuk olcekte hissettirmistir. Ayni sekilde kuresel isinma gibi tehlikeler cevre hakkinda daha net bilgi toplayabilmemiz sayesinde bilinir/anlasilir hale geliyor. Modernite ulusal bir zihniyettir, sadece kendi sinirlari icinde olanlari sahiplenir ve onlardan sorumluluk duyar. Gitmekte oldugumuz yeni dunyada, insanlarin bilinci kureseldir, ve "kureyi" daha cok sahiplenmelerinin altinda yatan gercek budur.


Taraf (4/5/2008)

Internet 11 yasinda

Yanlis

Bugun kullandigimiz network protokollerini iceren hali ile Internet 1985'te kullanima girmistir. Eger Internet'in babasi ARPANET'i de hikayeye katmak isterseniz, 60'li yillara kadar geriye gitmeniz mumkundur. Yazi Tim Berners-Lee'nin Internet'i yarattigini soylemis, bu beyan da yanlistir. Berners-Lee Internet uzerinde calisan uygulamalardan biri olan World Wide Web'i bulmustur, Internet'i degil. Ornek olarak belirtmek gerekirse, bir e-mail programi aynen WWW gibi Internet uzerinden calisan uygulamalardan biridir. Ayrica WWW 1989'da bulunmustur, 1997'de degil. Bu tarihi nereden cikartiyor Taraf gazetesi? Bu tarihte Internet Explorer 4. surumune gelmisti!

Muhakkak bu bilgi ezber bir bilgidir, ve bu ve bu tur bilgiler mantikli dusunebilmek ya da matematiksel modelleme yapabilmek kadar degerli olmayabilir. Fakat haberdeki bilgi hatasi, altta yatan baska bir problemi disa vurmaktadir: Detaya olan dikkatsizlik. Bilebilmek kadar bulabilmek te onemlidir, demek ki Taraf gazetesinin bulabilmek konusunda biraz calismasi gerekiyor. Cunku ustte verdigimiz bilgiler Wikipedia'dan 5 dakikada ogrenilebilir niteliktedir.


Emre Akoz

Bir soru daha: 1 Mayıs kutlamaları için İstanbul'da başka alanlara izin var da, Taksim'e niye yok? " Taksim olursa saldırırım ama başka yerdeki kutlamalarla ilgilenmem " diyen örgüt hangisi? Hatırlarsanız, korkulan örgütün Ergenekon olduğunu, 1977'deki kanlı 1 Mayıs'ın bir benzerini yaparak, gözdağı vereceğini yazmıştım. ( 26 Nisan ve 1 Mayıs)

Mantikli


Mumtaz'er Turkone

O zaman Economist, Baykal'a hiçbir şeyle tepkimeye girmeyen, temas ettiği her şeyi yabancılaştıran, kokmaz, bulaşmaz ve yapışmaz bir lider demiş oluyor.

Yanlis

ABD'deki politik jargonda bir politikaciya teflon demek aslinda bir iltifattir. Kurulan analoji tavanin ustundekilerin ona "yapismama" ozelligidir, bazi politikacilara da ne atsan ustune yapismaz, yani Turkiye'deki "camur at izi kalir" sozu gibi, bu adamlara camur atsan usunde izi kalmaz. Economist'in elestirisi zaten teflon kelimesinde gizli degil, yazinin diger kisimlarinda yapiliyor.. "Etkisiz muhalefet (ineffective opposition) demisler, "zavalli bir alakasizlik/onemsizlik durumu (sad irrelevance)" demisler, "yabanci dusmani (xenophobic)" demisler! Buralarda yeterince tokatlamislar yani... Sn. Turkone Economist elestirisini bu kelimelere baglamaya ugrasmis fakat bu biraz "zorlama" olur bence.

CHP ve Baykal hakkinda: Daha once belirttigimiz gibi, muhalefet yoklugu, ya da "sol" yoklugu Turkiye'nin bir numarali sorunu degildir (iki hatta uc numarali sorunu da degildir). Ayrica Baykal'in olmasi ve soylediklerini soyluyor olmasi aslinda iyidir. Kendisi tam bir Kemalist kara yobaz, fakat o soylenenlerin birileri tarafindan meclis icinde soyleniyor olmasi lazim. Kendisi igrenc seyler soyluyor ama o fikriyata sahip olan baska insanlar da var! Birilerinin bu insanlara iclerindeki pisligi aynada gostermeleri gerekiyor. Baykal bunlari soylemeye devam etmelidir, bagira bagira, ustune basa basa soylemelidir. Bu koyun surusunu gudebildigi kadar gutmelidir, KI yanlis yone gudulduklerini er gec anlayacak olan bu kisiler uyandiklarinda cok "sert bir uyanis (rude awakening)" ani yasayacaklardir, ve bu durumun onlarda biraktigi iz cok daha derin olacaktir. O anin etkisi daha uzun sureli olacaktir. O sok sayesinde belki demokrat olacaklar!

Bu sebeple Baykal yaptigina aynen devam etmelidir.


Mahir Kaynak

Bir olayın niteliğini anlamak için sadece oluştuğu dönemi değil öncesini ve sonrasını da incelemek gerekir. 1 Mayısta gerçekleşen olayların sonrasına baktığımızda, medyanın güç odaklarını temsil eden bir bölümünün genel olarak, gözlenen olumsuzlukları ön plana çıkardığını, polisin kabul edilemeyecek davranışlarını ısrarla vurguladığını görüyoruz.

Binlerce kişinin katıldığı, tarafların fiziki şiddet kullandığı bir ortamda, savunulamayacak olayların olması, ihtimaller hesabına göre, doğaldır. Bu olumsuzlukları meşrulaştırmak anlamına gelmez.

Eğer böyle bir ortamda her şeyin kurallara uygun olarak cereyan etmesini istiyorsanız oraya robot göndermek gerekir. Eğitim eksikliği ya da bireysel tepkiler her zaman ve her yerde benzer olumsuzlukların görülmesine neden olabilir. Diğer yandan, başka bir medya grubunun, hiçbir olumsuzluğun olmadığı izlenimi yaratan yayın yaptığını görüyoruz.

Taraflar böyle bir tedbirin alınmasını ya da toplantıya izin verilmesini savunacak yerde, sonuçları kendi açılarından uygun biçimde yansıtarak, uygulanan politikanın değerlendirilmesini istemektedir.

Olaylara bir gözlemci gibi bakıldığında şunları söyleyebiliriz: 1 Mayısta Taksim’de toplanılmasına izin verilseydi buraya işçilerin yanında çatışma çıkarmak üzere hazırlanmış bir grup da gelecek ve taraflar arasında çatışma çıkacaktı. Yapılmak istenen şey devletin güvenliği sağlayamadığını göstermek ve iktidara yönelik olumsuz bir havanın oluşmasını sağlamaktı. Bu olmayınca sonuçlar üzerinden aynı yere varılmak istendi.

Bu olay Türkiye’deki mücadelenin bir parçasıydı. Bunu anlamadan münferit olayları değerlendirerek doğru bir sonuç elde edilmesi mümkün değildi.

Dogru


Engin Ardic

Fakat sergilediği ciddi bir saçmalık var, altının çizilmesi gerekiyor: Mehmet Barlas ve bendenizden sözederken "onlar demokrat, ben cumhuriyetçiyim" demiş!

Dogru, fakat..

.. bu yanilginin temeli "fasistlerin karsi tarafi" olarak bilinen, ve o yuzden fasistler tarafindan da okunan Oguz Atay'a ve belki daha oncesine gidiyor. Tehlikeli Oyunlar adli kitabinda [1] Atay bir karakterine sunlari soyletir: "Uc cesit idare var biliyorsun. Mutlakiyet, mesrutiyet, cumhuriyet. Biz en ilerideyiz. Ingilizler daha ikinci bolumde, baslarinda kral var".

Simdi bunlarin soyletildigi karakter aslinda ti'ye aliniyor, fakat kafaniz cok calismiyorsa, bu karakterin soylediklerini oldugu gibi yutmaniz cok muhtemel. Fasistler de tanim itibariyle pek parlak insanlar olmadiklarina gore... Gerisini anlayin. Yani, bu konularda konusurken tane tane soyleyeceksiniz. Ironi yapmayacaksiniz.


Ertugrul Ozkok

Fenerbahçe bugün Avrupa’nın en "cool" takımlarından biridir. Yani çok sakin futbol oynayan, kendinden emin ve morali bozulmayan bir takımdır.

Yanlis Ingilizce

Yazi Google'dan dusuverdi. Nasil hic sormayin.

Cool kelimesinin kullanimi felaket sekilde yanlis.. Bir kisi veya grup icin sifat olarak kullanirsaniz cool havali demektir. Eger fiil olarak kullanirsaniz, mesela "cool it" olarak, ancak o zaman "sakinlesmek" anlamina gelir. Eger birisi size "cool reception" verdi ise, "soguk" ve "mesafeli" bir karsilama aldiniz demektir, istenmeyen bir yerdesiniz bab'indadir. Sifat olarak "cool"'a bir ornek daha Top Gun filmindeki "Ice Man" karakteridir (hatirlayabileceginiz filmleri seciyorum) ve burada bu kelime yine "artist" ve "havali" anlamini tasir. Ayrica cool "kafa olmak" anlaminda da (havali ile yakindan alakalidir) cok kullanilir. Bir arkadasinizi onu tanimayan baska birine anlatirken, "yeah he's cool" diyebilirsiniz - "kafa cocuktur" demektir. Yani yukarida kullanildigi sekilde Fenerbahce "havali bir takim", "kafa" takim demektir. Ne demek kafa takim? Cok guzel parti mi yapiyorlar? Sahada herkes gunes gozlugu mu takiyor? Lutfen. Sacmalamayin.

Ricam yazarlarin kafasina gore ucube bir takim lugatlar yaratmamasidir. Bilmiyorsaniz, uydurmayacaksiniz.


Mehmet Barlas

Buna karşı Amerika'nın sözcüleri konuya çekimser yaklaşıyor. "Demokrasi" ve "Hukuk" gibi kavramları soyut biçimde seslendirerek, olayı Washington'daki tribünden tarafsız seyirci konumunda izliyorlar.

Evet ama...

.. ABD gibi bir ulke iseniz, soylediklerinizin/yaptiklarinizin gelismekte olan bir ulkede olan yansimalarini iyi hesap etmek zorundasiniz. Eger ABD "bu gelisime karsiyiz" derse, Kemalist'ler galeyana gelecektir.. ABD taraf almis olacak ve belki de istediginin tam ters bir sonucu almis olacaktir.

ABD'de entegrator elitin AKP'yi sevmedigi dogrudur fakat ABD politikasinda, ozellikle son zamanlarda, bir tek onlarin borusu otmuyor. Bir baskanin yapacagi bir konusma bile pek cok degisik ilgi grubun kapistigi bir alandir, baskan bu durumda bir secici/dengeleyici (arbiter) rolunu oynar. Yani, acikca soyleyeyim - ABD kapali kapilar arkasinda yargi darbesine karsidir. Kapi onunde ise, gelismislik baglaminda bir "teenage" ile ugrastiginin farkinda oldugu icin, aynen kucuk cocuga "yapma" deyince o cocugun onun tersini yapmak isteyecegi icin, ters psikoloji (reverse psychology) uygulayarak bu sozu soylememektedir.

[1] Tehlikeli Oyunlar, sf. 110


Milliyet

Fakirlikle mücadele, sağlık sisteminde reform gibi popülist söylemleriyle tanınan ve “orta sınıftaki beyaz seçmenler” tarafından sevilen Edwards’ın desteğinin, bu kesimlerden oy almakta zorlanan Obama’ya önemli katkısının olması bekleniyor.

Yanlis

Edwards'i tutan ve Obama'ya simdiye kadar soguk olan kesim, isci kesimidir. Beyaz yakali beyaz kesim Obama'yi en cok destekleyen gruplarin basinda geliyor, yani ustteki tanim yanlis. Edwards'in babasi demir/celik fabrikasinda calismistir ve Edwards populist soylemini bu gecmisine dayandiriyordu, ve evet, onun destegini almasi Obama'nin o kesimdeki destegini arttirabilir.

Fakat eklemek gerekir ki Obama parti ici yarisma sirasinda bu destegi alamamis olsa da, karsi tarafta Cumhuriyetci rakip olunca ruzgarin yonu tamamen degisir. Cumhuriyetci/Demokrat cekismesinde sendikalar geleneksel olarak Demokrat Parti adayi arkasinda dizilirler.

Ek olarak sunu da belirtelim: Muhakkak birkac oy daha, o oylarin olmamasindan cok daha iyidir, ama ABD gibi bir bilgi ekonomisinde artik mavi yakali iscilerin sayilari ve bilahere politik kuvvetleri gittikce azalmaktadir. Bunun ispati icin ABD'de bir semsiye sendika kurulusu olan AFL-CIO'nun uyelik rakamlarina bakmaniz yeterli (surekli asagi dusuyor).


Sami Kohen

Generallerin beceriksizlikleri, yardımların felaket bölgelerine zamanında yetiştirilememesi, zayiatın ve acıların hızla büyümesine yol açtı. Yani, Myanmar halkı, cuntanın böyle bir felaket anında dahi dış dünyadan uzak tutma ve kendi iradelerini hakim kılma politikalarının ağır faturasını ödemiş oldu.

Dogru

Genel bir kaniya gore George Orwell'in Hayvanlar Ciftligi (Animal Farm) kitabi aslinda allegori kullanarak Burma'yi (Myanmar) anlatmaktadir [1]. Burma, Sosyalizm'in sefalet urettigi yerlere iyi bir ornek.


Nuray Mert

AB dış politikasında ana eğilim (özellikle Almanya ve Fransa’da ABD’ye yakın iktidarların başa gelmesiyle) ABD dış politikasının çizdiği hat üzerine oturdu. AB dış politika çıkarlarının, ABD dış politikasına paralel olarak, özellikle Ortadoğu’da girişilen düzenlemelerde ‘ılımlı Müslüman’ bir müttefik olan Türkiye’ye çok ihtiyacı olduğu ve önem atfettiğini biliyoruz.

Kismen dogru ama..

.. kelimelendirme, vurguda ve acida yanlisliklar var. Bir ornekle aciklayayim;

Almanya'da cok sayida Turkiye asilli calisan var. Dogru? Simdi: Bu sebeple, eger Almanya'da Nazizm geri gelse bu bizi rahatsiz eder mi? Eder.

O zaman biz niye Almanya'da Nazizm'in gelmesini istemiyorsak, onlar da burada Kemalizm'in gelmesini istemeyecektir! Durum bundan ibarettir!

Ingiltere, AB ve ABD'nin Turkiye'de yatirimlari, dis politika cikarlari vardir, aynen bizim baska ulkelerde oldugu gibi, ve kimse bu cikarlarin tehlikeye girmesini istemez. Fakat isin puf noktasi surada: Kemalizm'in Turkiye'de tutunmamasi herkes icin iyi bir seydir. Yani ortada kazan kazan durumu var. Capisc?

Ek: Turkiye, AKP iktidarindan itibaren dis politikada kendi oyununu oynuyor (tabi dis dinamikleri de gozetiyor). Bu oyun baskalarinin hosuna gider, katilirlar, oyun arkadasi olurlar - o baska meseledir... "Rol biciliyor" kelimesine katilmiyoruz.


Can Dundar

Irak’taki diğer gruplarla da temas kurabilirse Türkiye’nin Ortadoğu’da ABD’nin beklentileri doğrultusunda “başat ülke” haline gelebileceğini, bu açıdan bakıldığında AKP’nin kapatılmasının ABD’nin çıkarlarıyla çelişeceğini belirtti. [..] Yeni filmde Türkiye’ye yarım asırlık bayat rol biçiliyor: “Bölgede Batı’nın çıkarlarını kollama rolü...”

Eksik

Eksikler biraz once yukarida belirttigimiz sebeplerden. Ayrica: Boyle teoriler pisirmek kolay, bakin hemen ben de bir tane pisireyim.

"Rusya, cikarlari sebebiyle Turkiye'de demokrasi olmamasini istemektedir cunku demokrasi Turkiye'yi AB(D)'ye yaklastirir. Bu baglamda 2002 yilinde Karen Fogg'un e-mail'leri Rus gizli servisi tarafindan kopyalanip, Aydinlik dergisine sizdirilmistir ve bu sekilde AB yolunda engel konulmak istenmistir. Rusya'nin kendisi de son zamanlarda demokrasiden uzaklasmaktadir, Putin'in ekonomik danismani liberteryen Andrei Illarionov bu sebeple gorevinden istifa etmistir, ve Rusya etkisi altina almak istedigi ulkelerde ayni sekilde demokrasiden uzaklasilmasini istemektedir. Cunku Rusya bilmektedir ki ic sorunlari olmayan bir Turkiye etnik ve dini baglari uzerinden "guney kusagi"'na uzanabilir ve Rus Imparatorlugu'nun geri donusunu geciktirebilir". Nasil oldu ama? Daha saatlerce devam edebilirim... Yani, boyle senaryolari pisirmek kolay. Zor olan dunyanin ve ulkenizin icinde oldugu dinamikleri anlamak, ve "temelden yukari (bottom up)" bir yaklasimla nerede oldugunuzu anlamaktir.


Mumtaz'er Turkone

[68 olaylari], içinde muhalif bütün meşreplerin bulunduğu heterojen bir başkaldırıdır. Uyuşturucunun ve cinsellikte sınırsızlığın ön plana çıktığı "Çiçek çocuklar", yani Hippiler'den, her türlü otoriteye başkaldıran anarşistlere, solun her türünü içeren geniş bir yelpazeye kadar statükoya muhalif her eğilim, 68'in rengarenk dünyası içindedir. [..]

Bu başkaldırının bir yansıması, Çekoslovakya'da Sovyet tankları tarafından bastırılır. 68 başkaldırısı sosyal sorumluluklar üstlenen Refah Devleti'ni biraz daha ileri bir noktaya taşır. Sendikal haklar ve sol ideolojiler daha güçlü bir toplumsal tabana kavuşur. Hareket başladığı gibi hızla söner.

Peki Türkiye'nin 68 kuşağı, bu evrensel başkaldırının neresindedir?

Hiçbir yerinde değildir. Türkiye'nin 68 kuşağı ile bu evrensel dalga arasında bir bağ kurulamaz. Kurulabilecek tek bağ, gençliğin bir siyasî aktör olarak ilgi odağı haline gelmesidir. Gençler, dışarıdan ilham alan bu ilginin karşılığını bulmaya çalışırken, Avrupa'daki akranlarından çok farklı bir yöne doğru ilerlemişlerdir. Bu yönü belirleyen ise, ordu içindeki cuntalar ve bu cuntaların operasyonlarıdır.

Dogru

Ayrica, bu kusagin, olayin, sayinin gevelenip durmalarinin altinda "elitlerimizin" siyasi Mekke'sinin Fransa olmasi yatiyor (kilavuzunuz karga ise). Fakat aynen 1789'daki Fransiz Devriminin oldugu gibi, bu olay da ABD'de yasananlarin kotu bir kopyasindan ibaretti [3]. Uretim metotu gercekten degismis ulke onlar idi ve bunun calkantilarini cok siddetli bir sekilde yasamaktaydilar:

Martin Luther King 4 Nisan'da oldurulmustu, arkasinda Washington'da 4-8 Nisan arasi olaylar meydana gelmisti [2]. New York'ta 23 Nisan tarihinde Columbia Universite'si (Orhan Pamuk'un ogrettigi okul) ogrenciler tarafindan isgal edilmisti! Vietnam protestolari girla gidiyordu.

Turkiye'de olanlar ise, tam sanayilesememis, beyaz yakaliligin b'sinin olmadigi, cogunlugu koylu ve sehirli olmayan bir ulkede "kopyanin kopyasi" olaylarin saptirilip baskalarinin amaclari icin kullanilmis olmasidir.

MT

İlk defa savaş görmemiş bir nesil, II. Dünya Savaşı sonrasında doğan nesil kendi sesini ve kimliğini aramaktadır..

Yanlis

Bu nesli "ilk defa savas gormemis" olarak kategorize etmek yanlis olur - cunku II. Dunya Savasi'na gidenler de kendi gencliklerinde ayni kategoride olurlardi. Hayir: Eski nesli cocuklarindan ayiran bu degildir - onlari bicak gibi ayiran o muthis fark, pek cok kez belirttigimiz gibi bacali (smokestack) ekonomi yerine masa basi ekonomisinin gelmis olmasidir. Guruh (mass) yerine bireyin one cikmaya baslamasidir. Evet bu "heterojen" toplulugun kendisi bile neyin degistiginin tam farkinda degildi, ama bir seyler degismisti ve bu degisimi pek cok sekilde disa vurmaya basladilar.

Bill Clinton bu nesle uyedir, hatta o neslin ilk baskanidir. Bush II. o nesilden ikinci baskan oluyor ama o nesli tam temsil etmiyor, entegrator elite uye oldugu icin o tur isleri kendisi pek karismadi. Skulls & Bones'da takildi, bol bol kafa cekti, babasi Vietnam'dan yirtmasi icin onu savasa gitmesi imkansiz bir birlige verdi (torpil).


Can Dundar

[..] her koyunun kendi bacağından asıldığını söyleye söyleye [..] umutsuzlar yarattılar.

Yanlis

Her koyun kendi bacagindan asilir, bunun neresi umutsuzluk yaratiyor? "Sen bir guruhun parcasisin, insiyatifi almamalisin, hep takip etmelisin" sozleri esas umutsuzluk yaratir. Girisim yapilabilen yerde umutsuzluk olmaz. Insanlarin kendini gelistirebildigi bir ulkede umutsuzluk olmaz.

Fakat bir sosyalist'in bu sozleri niye sevmeyecegini tahmin etmek zor degil. Mert İçgören'den bahsetmissiniz, muzigi fena degil, ayrica sanat hayatin aynasidir ve su anda eski kurumlarin cokmekte olmasindan meydana gelen bosluktaki "acaip hayatlar" ile cok guzel dalgasini gecmis. Evet evet, dalgasini gecmis! Bu soylenenlerin soyleniyor olmasi lazim.

Benim daha sevdigim sozler "Beden Egitimi" adli sarkidan (tum sozler).

pahalı diilse alma
kro diilse bakma
zengin diilse açma
elmas diilse takma
herşeye kanma herkese inanma
gucci diilse giyme
merco diilse binme
piyasa diilse gitme
zengin diilse verme
kal hamile sonra boşa kocanı paraları ye
madem açsın o zaman açmalısın,
madem açtın ozman saçmalısın,
madem saçtın ozmn yatmalısın,
madem yattın ozaman azdın

Last.fm

[1] Diger bir iddia, bu kitabin Sovyet rejimini anlatiyor olmasidir. Aslinda iki iddia da dogru olabilir - her turlu endustriyel despot rejimi birbirine cok benzeyen ozellikler icerir. Orwell'in Burma'yi referans aldigina ispat olarak yazarin gencliginde bu ulkede (Ingiltere isgali sirasinda) polislik yapmis olmasidir.

[2] Hatta bir rivayete gore FBI baskani Edgar J. Hoover Washington'da kalabaliga oldurme amacli ates edilmesini emretmisti. Bu emre karsi gelen Walter Washington, daha sonra sehrin ilk zenci belediye baskani olacakti.

[3] Fransiz Devrimi'ne giden gunlerde Thomas Jefferson Paris'teydi. Lafayette'in "su bizim anayasaya da bir baksana" diye akil danismak icin ona geldigi soylenir. Neyse, bu devrim'in de kime yaradigi hicbir zaman belli olmamistir, birileri gitmistir, birileri gelmistir, ve arkasinda Napolyon ile diktaya gecilmistir.


Sn. Aydin Dogan'in psikolojik analizi onume geldi.. Acikcasi, durum pek parlak degil. Metnin tamami altta bulunabilir:

"[..] Mantikli degil ve tartismadan kopmamak icin cok bilincli ve ciddi bir guc sarfetmesi gerekiyor. Olaylari yuzeysel inceliyor ve ciddi uygulamalarla ugrasmasi gerekirken baska yollari tercih edebiliyor. Sabit fikirleri var, aklina koyduktan sonra fikrini degistirmekte zorlaniyor. Tartismaci ve anlasmakta zorlanan bir karakter yapisinda... Baskalarinin bakis acilarini cok iyi yakalamiyor ve onlarin dilinden konusmakla pek ilgilenmiyor. Amaclarina uygun oldugu takdirde sert hatta acimasiz olabiliyor. Kati bir bakis acisi onu kaplamakta ve kararlarindan donmekte cok zorlaniyor. Bir cesit hasinlige sahip.

Guc onun icin onemli, ancak ic gozleme sahip degil, bu yuzden guc sadece baskalarini etkilemek icin kullanilan bir sov ya da blof havasinda. Gereksiz ve ice attigi kirilmalar kendisine celme takabilmekte. Kazanmak onun icin cok onemli, bu amacla her yolu denemesi muhtemel. Ogrenmesi gereken, gucun uygun kullanimi - boylece basariyi kotu hileler yerine, daha faydali yonlere kanalize edebilir. Olaylara siddetli bir sekilde karsi cikabildigi kadar, onlarin arkasinda durmayi ogrenmeli.

Gecmise bagli kalma egilimi var, bilincsiz tepkilerinin ve motivasyonlarinin ona nasil engel oldugunu anlayana dek, eski sartlara gore hareket etmeye calisacak. Uzlasma, hayatinin anahtar sozcugunden biri olmali.

Dogmatik olma egilimi icinde, degisime ve baskalarinin fikirlerine inatci bir sekilde karsi cikabiliyor . Genclik yillarinda ogrenimin disiplinine karsi isyan etmis olabilir, simdi ise kendini aptal veya yavas olarak nitelendiriyor. Tek sorunu ise, yeni fikirlere aciklik ve konstrasyon eksikligi. Insanlari kendisinden istemeden de olsa uzaklastirabiliyor, konusmadan once bazen dusunmuyor. Kizgin oldugu zaman sergileyebildigi acimasiz ignelemeler, elde etmek icin agir bir sekilde calistigi destegin kaybolmasina neden olabilir. Ogrenmesi gereken en onemli ders, yapici elestiriyi kabullenebilmek.

Bu zat'in Aşil Topugu bagimlilik kelimesi. Bu tur insanlarda "Eger bana bakacak kimse olmazsa yasamimi surduremem" anlayisi hakim olabilir - bu bagimlilik kendi haricinde bir guc, bir merkeze olan bagimlilik seklinde vuku bulabilir. Bu durtuye, ozsaygisindan yoksunluk ta eslik edebilir; Simdiki andan kacmak icin gecmisi kullanmak belirtilerinin olmasi muhtemel.

Bu kisi kendini korkuyla sinirlandirabilir. Baskalarini asiri duygusal tepkiler gostererek yonetme egilimi diger bir negatif ozellik olarak gozukuyor".


Cogulculuk hakkindaki ilk yazimizda bu akimin en son 1000 sene oncesine kadar sovalyelerin zamaninda yasandigini belirtmistik. Bunun sebebi sovalyenin merkezden bagimsiz, zamaninin en mukemmel savascisi ve bir guc merkezi olmasiydi. Daha sonra barut, uzun yay ve en son endustriyel devrimin kuvvetlendirdigi merkez, bu kuvveti asindirip cogulculugun kuvvetini azaltmayi basaracakti.Fakat yeni bireysel teknolojilerin kuvvetlendirdigi tekil kisi, tarih sahnesinde yavas yavas tekrar one cikmaktadir. Bu gercek durumun semboller uzerinden perde uzerine aktarildigi en son film Iron Man olarak addedilebilir.Bundan da ote, bu film o kadar bariz 2. ve 3. dalgalar arasindaki bir gecisi gostermektedir ki, bu blog'da konu olarak almamak kayip olurdu. Ama filmin gosterdigi dalgalararasi gecisler ve referanslardan bahsetmeden once, daha ufak, tarihsel ve konjektruel konulara once hemen deginelim.Iron Man oncelikle ABD'nin icinde oldugu bazi donemsel ihtiyaclara ve halkinin hissiyatlarina cevap veriyor. Afganistan ve Irak'ta binlerce askerini kaybeden bir ulke icin su anda kursun gecirmez bir adam mit'inden daha cekici ne olabilir?

Iron Man cikis hikayesinin (origin story) -cizgi romaninda- yer olarak aslen Vietnam'i referans almasi bu acidan katiyen bir raslanti degildir. Bu ulke de tarihsel olarak diger bir yanlis savas, ve yanlis secimleri temsil eden bir yer olarak Tony Stark'i bugun donusturen Afganistan gibi hikayeye gerekecek arka plana ve trajediye sahipti.Insanlarin bosuna hayatini kaybettigi, 2 kusur milyon Vietnam'linin ve onbinlerce Amerikan askerinin oldugu bu yer, "oldurme bantinin" ne derece iyi calistigini da gostermekteydi. Iron Man filminde metaforlar uzerinden surekli bu konulara dokundurmalar yapildigini goruyoruz: Insanlarin buyuk sayilarla olumune sebep olacak kitle imha silahlari ureten Stark, en sonunda kendi bombasi ile yaralanacaktir.

Kotu kalpli bir kisi olarak betimlenen bu silah tuccari, kendi kalbinden yaralanacaktir. Yaralanmadan sonra artik sadece bir jenerator sayesinde kalbini isler halde tutabilecektir - ki bu yeni elektronik "kalbin" filmde Gwenneth Paltrow'un harika bir sekilde oynadigi Pepper Potts tarafindan Stark'a takildigi an aslinda bu metaforu sadece kuvvetlendirmektedir. Stark degisim gecirdikten, playboy gunlerini kismen geride biraktiktan sonra eskiden beri yaninda olan Potts'a daha bir yakinlik hissetmektedir. Metafora gore "kalp artik Potts'un elindedir".Ayrica, Stark'in kalbine ve zirhina enerji veren teknoloji Ark Reaktoru, fosil yakitlarin dunya iklimini tehdit ettigi, ham petrol fiyatlarinin asiri yukseldigi gunumuzde "temiz enerji" alternatifi olarak kurgulanmis ve cevreci hissiyata hitap etmektedir.Yeni SovalyeFakat esas kapsamli analizi, endustriyellesme -> innovasyon/bilgi cercevesinde yapmak lazim ve cogulculugun geri gelisi tum bu faktorler ile yakinda alakali. Stark, Iron Man zirhini yarattiktan ve gerekli gordugu yerde bu silahi kullanmaya basladiktan sonra, alttaki ucuncu dalgaya ait karakteristikleri sergilemektedir.

Ure-ketim (prosuming): Teknolojinin kabiliyetlerini (capability) arttirdigi bireyler, kendi tuketimi icin uretim yapabilmeye baslarlar, mesela yazilimda open source kavrami bu fikriyatin bir ornegidir. Herhangi bir alanda bir ihtiyac hisseden bir beyaz yakali profosyonel, istedigini bulamazsa, bu icati kendi yapiverir. Stark, Iron Man zirhini uretirken ciddi bir ure-ketim ornegi sergilemistir. Dahi bir mucit, bilim adami ve tasarimci olan Stark bunu yapmistir cunku yapabilecek durumdadir. Innovasyon kapasitesi ve birikimi bunu mumkun kilmaktadir. Ayrica Stark icin tasarimdan imalata gitmenin bedeli sifirdir. Bunu altta irdeliyoruz.Ev merkezde: Sanayi toplumlarinda calisanlar fabrikaya yakin durmak zorundadir. Iscilerin cogu vasifsizdir. Aileler cekirdektir. Kiyasla beyaz yakali toplumlarda bilgi iscileri fikir yogunluklu islerde calistiklari icin istedikleri yerde olabilir, yasayabilirler. Stark orneginde daha ilginc bir durum goruyoruz, Stark'in evinin icinde bir fabrika vardir! Stark'in fabrikaya gitmesine gerek yoktur, fabrika ona gelmistir.Filmin kurgusu icinde Stark'in cok zengin olmasi ile aciklanan bu durum, ileride norm haline gelebilecektir. Ayrica bir diger faktor, Stark'in yaralandiktan sonra kalbini isleten enerji birimi, Ark Reaktorununun daha buyuk bir versiyonu evinde calismasidir, yani tasarim->imalat gecisi bir diger acidan temiz ve ucuz enerjinin yayginlasmasina baglanmistir..

Gercek dunyada, imalat yontemi olarak nanoteknolojinin yayginlasmasi 3-boyutlu yazici kavramini one cikartabilir ve daha dusuk enerjiyle bile her tasarimcinin ayni zamanda imalatci olabilmesine imkan saglayabilir. Stark bu hayati kurgusal alemde onceden beyaz perdede gosteren bir ornektir.Bilgi teknolojileri: Iron Man zirhi tasarlanirken kullanilan teknolojilere bakarsak, tasarim, yapay zeka konularinda gelecegin nasil olacagina dair ipuclari gorebiliriz. Stark, evini, ofisini idare eden bilgisayar Jarvis ile neredeyse bir insanla konusur gibi konusabilmektedir. Ayrica tasarim sirasinda Jarvis ile beraber calismaktadir. "Al, oradan tut, o vidayi sIkIstir, tamam, oldu.. " gibi... Hasar raporlarini, tasarim iyilestirmelerini bir arkadasa anlatir gibi anlatabilmektedir.Ustteki resimde goruldugu gibi Stark'in tasarim icin kullandigi teknolojiler gorunmez / hissedilmez (seamless) bir sekilde birbirine bagli, pek cok farkli ortam (medium) uzerinde manipule edilebilir haldedir. Tasarim islemi icin ilk taslak klasik klavyeli bilgisayar ortamindadir, fakat kullanici bu tasarimi oldugu gibi yeni bir ortama tasiyabilmektedir.Filmin kurgusuna gore, bir 3 boyutlu tasarim, tasinan yeni ortamda 3. boyutlu manipulasyon uzerinden, direk eller kullanilarak degistirilebilmektedir. Burada cok ciddi insan / makina arayuzu (human/machine interface) ilerlemeleri kurgulanmistir.Stark modeli evirip, cevirip, istemedigi kisimlari eliyle alip cope atabilmektedir (sag alttaki kutu).Endustriyellesmeden Kacis ve Cogulculuk: Stark'in degisimi aslinda gelismis ulkelerde insanlarin yasadiginin renkli olarak ekranlara yansimasidir. Kitle imha ile ugrasan, militer/endustriyel kompleks (military/industrial complex) ile dirsek temasinda olan, "organizasyon" adami Stark, degisimden sonra bir sovalye haline gelmis ve kendi innovasyonu ile kendi icin urettigi bir silahi "noktasal" sekilde kendi sectigi yardim amaclari dogrultusunda kullanmaktadir.

"Endustriyellesmeden kacis" temasina vurgu Stark rolunu oynayan Robert Downey Jr. tarafindan da bir roportajda yapilmistir.Stark degisim gecirmeden once de ikinci dalganin kurumlarinin ve sosyal hayatinin cokmus olmasindan meydana gelen karisik dunyada yasamaktadir. Hedonizm ile mesguldur, "dagitmaktadir" ama bunun yaninda hala dahi bir mucittir, sadece dehasini eski endustriyel amaclar icin heba etmektedir. Arada sirada ismen atif yapilan ayni sekilde dahi mucit (artik vefat etmis) baba Howard Stark, belli ki ayni inis cikisli hayati yasamamistir. Fakat Tony'nin bilmedigi, kismen romantize ettigi babasinin kendisinkinden daha basit bir zamanda yasamis olmasidir [1]. Howard Stark, Nazi'leri yenmek icin silah uretmistir, Manhattan Projesinde (ilk nukleer silahin uretildigi proje) calismistir. Ama onun zamani daha lineer, yani endustriyel'dir. Hatlar, roller, yerler bellidir: Onlar Bizler. Nazi=kotu, ABD=iyi. Baba, anne, cocuk, aile. Kitle, kitle, kitle. Yoket, yoket, yoket.Iron Man filmi bu temalari tam bam telinden yakaladigi icin cok ilgi gordu. Ilk acilis yaptigi haftasonu bilet satislari 100 milyon dolari asti ve satislar tirmaniyor. Holywood tarihinde en iyi acilis yapan filmlerden biri seviyesine geldi ve bu basarisini ustte anlatilan zamanin ruhunu cok iyi yakalamis olmasina borcludur.---[1] ABD'de bu nesile, yani II. Dunya Savasi sirasinda genc olan nesle biraz gipta ile "En Buyuk Nesil (The Greatest Generation)" denir, bunun sebebi daha oturakli, ve dogru/yanlisi (guya) daha iyi bilmis olan bir nesil olmalaridir. Bu tanim kismen dogru olsa da, final tahlilde cok haksizdir. Basit bir zamanda, ABD gibi duzeni oturmus bir ulkede yasayan insanlarin fazla yanlis yapmasi zaten zordur. Turbulans ile beraber yasamak zorunda olan onlarin cocuklari olmustur fakat bu, onlarin cabalarinin daha az degerli oldugu anlamina gelmez.


Petrol ve devlet ilişkisine önceki yazıda bir giriş yaptık. Bu seviyede çıkar ilişkisinin olduğu bir ortamda, kişisel bağlantıların, geçişleri olmaması beklenemez... Bu kişisel bağlar her iki tarafı birbirine yakın tutan iletişim kanalları, bir taraftan diğerine nefes alır kadar rahat geçiş yapan insanlar üzerinden olmaktadır. Allen Dulles adında bir zat'ın kariyeri bunu gösteren ansiklopedik bir örnektir.

Dulles kariyerine Ortadoğu'da çalışan Amerikalı bir diplomat olarak başladı. Yükselerek ABD dışişlerinde Yakın Doğu masasının şefi haline geldi. 1920'li yılların ilk yarısında Amerikalı şirketlerin Irak'taki petrol kontraktlarını kazanması amaçlı kampanyayı yönetti. Daha sonra devlet görevinden çıktı, New Yorklu bir hukuk şirketi Sullivan ve Cromwell adına kurumsal avukatlık yaptı, ki şirketinin en önemli müşterisi petrol sektörüydü. Dulles, II. Dünya Savaşı sırasında istihbarat göreviyle çalıştı, ve daha sonra başkan Eisenhower tarafından CIA'nın başına getirildi. CIA başkanı olarak İran'da Mossadeğh'in devrilmesini ayarladı, ve böylece İran'da Amerikan petrol şirketlerinin kontrakt kazanmasını sağladı!

Yani, Dulles'in pek çok değişim geçiren kariyerinde neredeyse tek değişmeyen, sürekli petrol şirketlerinin çıkarlarını gözetmiş olmasıydı.

Bir diğer örnek: Max Thornberg ABD dışişlerine 1941 tarihinde Bahreyn Petrol şirketinden "üst düzey petrol danışmanı" olarak geldi. Şirketi Standard Oil California'nın içinde bulunduğu bir şirket evliliği idi. Fakat Thornberg dışişlerinde çalışırken bile eski şirketinden maaş almaya devam ediyordu, ve dışişlerinde onun üstünde olan amirlerinden bağımsız olarak çalışmaktaydı. Eski (!) şirketinin yöneticilerini gizli olsun olmasın önemli hükümet toplantılarından haberdar ediyordu ve hükümet içinde aktif olarak şirketinin çıkarlarını ilerletmek için lobi yapıyordu. Ve tüm bunlar olurken, Thornberg bir çıkar çatışması yaşadığını aklından bile geçirmiyordu - tüm hayatını petrol endüstrisinde geçirmiş biri olarak sektörünün çıkarlarının ülkesinin çıkarları ile aynı olduğu düşüncesindeydi.

Fakat bu örneklerin hepsi günümüzdeki durum yanında cüce kalır: Petrol/Devlet kişisel ilişkisinde altın madalya mevcut George W. Bush hükümetine gidiyor. Bu ilişki devletin en üst katında, çok daha yoğun ve açıktır. Öncelikle Başkan Bush ve babası Texas'taki petrol endüstrisinde yıllarca ve aktif olarak çalışmışlardır ve zamanında kendi petrol şirketlerinin başkanıydılar. Başkan Yardımcısı Dick Cheney başkan yardımcısı olmadan önce Halliburton şirketinin CEO'su idi (Haliburton ABD'nin en büyük petrol servisi şirketidir). Dışişleri Bakanı Rice, Chevron Texaco'nun direktörlüğünü yapmıştı, hatta bu şirket tarafından bir süpertankere "Condolezza" ismi verilmişti! Tüm bu insanlar Bush hükümetine ağırlıklı bir "petrol havası" getirmekteydi.

Bu sebeple Bush hükümeti, rakibi "çevreci" Gore'u tartışmalı bir seçimde yendikten sonra, gelir gelmez petrol endüstrisi için bir takım faydalı kararları hızla almaya başladı. Bu kararlardan bazıları ABD'nin petrol şirketleri için iyi olmayan Kyoto Anlaşması'ndan çıkılması idi. Daha sonra Devletlerarası İklim Değişim Panelinin başkanı alelacele sepetlenecek ve petrole ağırlık veren bir enerji planı devreye sokulacaktı.

[1] Oil Companies in Iraq: A Century of Rivalry and War

[2] How the Bush Administration's Iraqi Oil Grab Went Awry

[3] Oil in Iraq: the heart of the Crisis


Irak Savaşı'nın ana amacının petrol şirketlerinin "kaynağa" erişme kavgalarının olduğunu belirtmiştik. Muhakkak bir ülkeyi işgal gibi önemli bir kararda diğer faktörler de rol oynayabilir: ABD'nin önde gelen stratejisyenleri, farklı açılardan da Irak'ın işgaline yeşil ışık yakmışlardır. Osmanlı uzmanı ünlü Bernard Lewis Beyaz Ev'e "11 Eylül sonrası Irak'ın işgali müslüman dünyasının gözünü açacak ve modernizasyonu için onu kamçılayacak" tavsiyesini yaptığında bu analizi yapabiliriz. Neo-con tipler İsrail'in güvenliğini düşünüyorlardı, diğer yandan Amerikanın uzun süredir stratejisi olan "savaşı kendi kıtasından uzakta tutmak" yöntemi ışığında, Irak'ta Amerikan varlığı Al Kaide'yi Amerikan toprakları yerine Irak'ta savaşmaya zorlayacak, bir "bal" yaratıp "ayıları" kendine doğru çekecekti. Bunların hepsi değişik derecelerde Bush'un kararında rol oynamış olabilir. Her halükarda, işgalin başladığı 2003 yılında tüm oklar Irak'ı gösteriyordu. En önemli işgal konusu olan petrolün güvenliği Bush hükümetini düşündürüyordu. Acaba Saddam yenilirken (ki bu kesindi) petrol kuyularını ateşe verir miydi? Bu durumda ABD dışişleri Irak'ın petrol altyapısını yenilemek için $7-$8 milyar dolarlık ek bir yatırım gereceğini hesapladı.

20 Mart 2003'te işgal kuvvetleri Bağdat'a girdiklerinde petrol kuyularını ateşe sarılmış halde bulacaklarını düşünüyorlardı, fakat durum böyle olmadı. Mahalle kabadayısından ülke liderliğine geçmiş Saddam, bu sırada belli ki milliyetçiliği öğrenmişti, tarihin gözünde halkının doğal kaynaklarını heba etmiş adam olarak geçmeyi demek ki istememişti. Bu iyi haberdi. 9 Nisan'da işgal kuvvetleri Bağdat'a girdiler. Ardından anarşi cikti. Birlikler bu anarşiye karışmadan uzaktan seyrettiler - müzeler, dükkanlar yağmalanıp ofisler yıkılırken, birlikler sadece "Petrol Bakanlığı" binasını ve petrol altyapısını korumakla yetindi. Petrol Bakanlığı binasında ileride petrol aramasında ise yarayacak çok önemli sismik haritalar bulunmaktaydı. İşgal sonrası Irak'ın devlet petrol sektörünün dağıtılması, ve kaynakların ABD/İngiltere şirketlerine geçirilmesi birinci hedefti. Irak'ı yönetmek için atanan ilk işgal valisi emekli general Jay Garner, bu "önemli" amaç yerine "yerel seçimlere" odaklanmayı seçince, alelacele sepetlendi. Yerine Paul Bremer iş başına getirildi. Bremer başa geldiğinde kendini Royal Dutch Shell adlı petrol şirketinin eski CEO'su Philip Carroll ile çalışma durumunda buldu - bu kişi, Irak'ın petrol endüstrisinin başına getirilmişti.

Her ne kadar Caroll şonradan "ben iş başındayken katiyen özelleştirme yapılmayacaktı" demiş olsa da, Bush hükümetinin bunu geciktirmesindeki sebep başkaydı. Beyaz Ev farketmişti ki bu kadar önemli bir sektörün bu kadar süratle özelleştirilmesi "işgal altındaki bir devletin ekonomik yapısında büyük değişiklikler yapılmasını yasaklayan" Geneva Anlaşması'na aykırıydı! Ama belki de bundan daha önemlisi, Iraklı Şiiler için önemli bir dini figür olan Ali Sistanı'nın özelleştirmeye net bir şekilde karşı çıkmasıydı. Özelleştirme ve yabancı sermaye bağımsız bir ülke için muhakkak önemlidir, fakat işgal altındaki bir ülke için Sistanı alabileceği tek direniş kararını almış gözüküyordu. Zaten halk ta, özellikle petrol endüstrisinde çalışanlar bu şekildeki bir özelleştirmeye karşı gözüküyorlardı. Sadece özelleştirmenin "dedikodusu" bile karışıklık çıkarmaya yetmişti - petrol boru hatları, rafineriler ve diğer petrol yapıları bombalanmış, sabote edilmeye uğraşılmıştı. Daha sonra kuşkusuz devlet petrolcülerinin (İran, Rusya) bölgeye müdahil olmasından sonra alevlenen direniş, petrol altyapısının tam kapasiteside kullanılmasına darbe vuracaktı. Amerika planlamacıların petrol üretiminin 2010 tarihinde senede 6 milyar varile çıkması planı artık hayal gibi gözüküyordu. Bu arada güvenliği kalmamış ve herkesin kendi başının çaresini baktığı bir ortamın oluştuğu Irakta yolsuzluk had safhaya vardı. Ocak 2005'te Stuart Bowen adlı bir ABD müfettişi Irak bakanlıklarına dağıtılmış olan $9 milyar doların ortadan yokolduğunu rapor etti.

Bu ortamda Ekim 2005 referendumla kabul edilen yeni bir anayasa tam tekmilli bir petrol özelleştirmesine ağır bir darbe vurdu. Mart 2006'da petrol ihracı işgal öncesinin yarısına bile gelememişti. Şii/Sünni çatışması bu sıralarda başladı (22 Şubat 2006), burada ABD petrol şirketlerinin parmağını aramak gerekir. İstediklerini alamayınca, "birbirine kırdırma" politikasının devreye girmesi bir sonraki raundda güçlü şekilde masaya oturmak için kullanılmış olabilir. Irak'ta rehin alınan Amerikalı Jill Caroll, o sırada rehin olarak Sünnilerle beraberdir ve Şiiler için kutsal Altın Cami bombalandıktan sonra onu rehin tutan Iraklılardan birinin ona şöyle söylediğini aktarir: "Artık birinci düşmanımız Şiiler. Amerikalılar ikinci". Şubat 2007'de anayasa'nın belirttiği üzere detayların belirleneceği bir "hidrokarbon yasası" devreye girecektir. Bu yasada tek bir Irak Milli Petrol şirketi yaratılması öngörülüyordu. Bu şirketin karlarının dağıtımı için ayrı bir yasa gerecekti. Fakat yasada yine de yabancı şirketlerin yatırım yapabilmesi için yeterince kaldıraç noktaları bulunuyordu. Olayın bütününe bakarsak, Bush'un ve petrol şirketlerinin kısa vade çıkarlarını elde edemediklerini görüyoruz. Plana göre Irak işgal edecek, halk onları ellerinde çiçekler ile karşılayacak,

Irak petrol şirketleri özelleştirilip ABD/İngiltere şirketleri tatlı karları elde etmeye başlayacaktı. Durum böyle olmadı. Bush ve Blair dünya çapında müthiş bir direnişe muhatap oldular - ele geçirdikleri ülke sosyal ve ekonomik olarak çalkantıya battı ve çok ölümcül bir direniş harekatı yarattı. Fakat ABD/İngiliz petrol şirketlerinin çok acele ettiklerini de söyleyemeyiz. Bu tür şirketlerin plan ve aksiyonları onyıllık dönemlerle yapılır, ve şu anki karışıklığın geçmesini bekleyip, Irak petrol alanlarının önlerindeki yıllarda ellerine bir şekilde düşmesini bekleyeceklerdir. Fakat kesin bir şey var ki, Irak'ta sözlerini Washington'da olduğu kadar rahat geçiremiyorlar. Bu sebeple deniyor ki Irak'ın Osmanlı'dan alınıp İngiltere'ye geçtiği savaş dahil olmak üzere Irak'ta 7 savaş yapılmıştır - belki 8. savaş çoktan yol çıkmıştır bile. ---

[1] Oil Companies in Iraq: A Century of Rivalry and War

[2] How the Bush Administration's Iraqi Oil Grab Went Awry

[3] Oil in Iraq: the heart of the Crisis


Obama'yi ve destekcilerini tanimlamak icin kullanilan "Starbucks Demokrat'lari" tanimina bir yenisi daha eklendi: Facebook Politikasi. Obama, yeni neslin cok asikar oldugu "sosyal ag" kavramini politika icin mobilize etmeyi beceriyor... Sonuc? Sadece Nisan ayinda $31 milyon dolarlik bagis elde etmis, ve bu bagislarin neredeyse hepsi Internet'ten toplanmis ve cogu $200 dolar veya asagisi bagislardan..

ABD yeni secim kanunlarina gore artik tek bir kisi bir politikaciya $2300 dolardan daha fazla bagis yapamiyor, bu iyi bir sey, boylece buyuk sirketlerin cok fazla miktarda para ile secimin dengesini degistirmesi engellenmis oluyor. Buyuk sirketler tabi ki bundan memnun olmayabilir, fakat politikacilarin kendisi bile artik "sisman kedi (fat cats)" denen bu zatlarla ugrasmaktan bezmis olmalilar ki, boyle bir kanunu gecirmisler... Bu arada bu kanunu yazan ve meclise tasiyan (2002 yili) kisi kim? John McCain. Eger kendi gecirdigi kanun yuzunden bu secimi kaybederse hakikaten komik bir durum olacak.

Bu yeni bagis toplama mekanizmasini kurmasi icin Obama Chris Hughes adli bir zat'a gorev vermis: Hughes kimdir? Facebook'un kurucularindan...


Simdiye kadar blog'umuzda iki önemli ana konuyu işledik: 1) sanayi sisteminde optimal ideoloji nedir, ve 2) bundan sonra ne geliyor... İlk sorunun cevabını sosyalizm, kapitalizm konularını açıklayarak sunmaya uğraştık - bireyin özgürlüğünün, bireyin kollektife hapis edilmediği takdirde kapitalizmin en dinamik haliyle yaşanabileceğini anlattık ve bir sonraki aşamaya bu düzenden en rahat şekilde zıplanabileceğini söyledik. İkinci sorunun cevabını hayatımıza iyice giren bilgi teknolojilerinin etkisinin ne kadar derin olduğu ile alakalıydı - son zamanlardaki değişimlerin hepsinin altında yeni bilgi teknolojilerin bir ya da ikinci dereceden sorumlu olduğunu gördük.

Fakat bugünü anlamak için bir önemli konu daha kaldı: Petrol.

Aynen masamızın üstünde duran bilgisayarın beraberinde bir düşünce sistematiği, yaşam şekli, ve gelecek tezahürü getirdiği gibi, pek çok insanın arabasına koyduğu petrol ürünü de aynı şekilde arkasında bir nakil zinciri, stratejiler, şirketler, tercihler, kazananlar ve kaybedenler ağı içeriyor. Bilgi teknolojilerinden bahsederken ne kadar ilerlenildiğinden bahsettik. Google şirketine pek çok atıf yaptık. Bu şirketleri seyretmek heyecan verici, innovasyon son hız devam ediyor. Atıf yaptığımız şirketler o innovasyonları ile müthiş paralar kazanıyorlar. Gelecekte pek çok insanın işi bu tür innovasyonların etrafında dönecek. Bunlar çok güzel gelişimler.

Fakat günümüz itibariyle ve ölçü olarak "para" baz alınırsa hala dünyanın en büyük sektörü bilgi/servis sektörü değildir. Dünyada en çok paranın döndüğü sektör, petrol sektörüdür. Dünyanın en büyük petrol şirketi Exxon, aynı zamanda (2001, 2003) dünyanın en çok kar eden şirketidir. Şirketin karı 2003 yılında 22 milyar dolara erişmiştir, bu rakam daha çok göz önünde olan ve bu sebeple daha çok kazandıkları zannedilebilecek General Motors, Ford, DaimlerChrysler ve Toyota'nın toplamından fazladır. Exxon'un 2003 cirosu, inanılmaz bir rakam olan 247 milyar dolardı ve bu rakam Walt Disney ($25 milyar), Coca Cola'yı ($19 milyar) katlayarak geçmişti ve bu geçiş sadece şirketlere has değildi - Exxon'un cirosu, dünyadaki 185 ülkenin kazancını da geçmeyi başarmıştı. Sadece dünyanın en zengin 6 ülkesi Exxon'u kazanç/ciro bazında aşabilmişti: Bu ülkeler ABD, Japonya, Almanya, Fransa, İtalya ve İngiltere ülkeleriydi.

Petrol işinde ne kadar çok para döndüğünü böylece görebiliyoruz. Bunu söylerken, bu kadar paranın hiçbir politik (iç/dış) etkisinin olmayacağını düşünmek saflık olurdu. İleride ucuz ve temiz enerji sayesinde petrol politik önemini kaybedebilir, ama o gün henüz gelmiş değildir ve günümüzü anlamak için "siyah altın"'a yakından bakmak gerekiyor.

Kullanım

Petrolün ekonomik etkilerini anlamak için kullanıldığı yerlere bakalım: Neredeyse tüm ulaşım (araba, otobüs, trenler, uçak, gemi), binalarda ısıtma, ana element olarak plastik, boya, gübre ve tıbbi ilaç yapımı... Askeri bağlamda durum değişik değildir - herhangi bir askeri kuvvet için petrol vazgeçilmez bir hammaddedir - tanklar, savaş gemileri, savaş uçakları petrole ihtiyaç duyar. Dünyanın en uzak köşelerinde operasyon yapmak isteyen ülkeler, bu sebeple tutarlı (steady) bir petrol kaynağına sahip olmalıdır. Bu ülkeler için onların "ulusal" petrol şirketlerinin çıkarları, ülkelerinin çıkarları ile eşanlamlıdır - bu, kendi şirketinin rakiplerini geçmesi, en iyi boru hattını kurabilmesi, ve diğer ulaşım ve dağıtım kanallarına sahip olması bağlamında okunabilir. Bu sebeptendir ki Standard Oil'in kurucusu ünlü rafinerici/milyarder John D. Rockefeller 1909 yılındaki kitabında şöyle diyordu: "En iyi ortağımız ABD dışişleri bakanlığıdır. Elçilerimiz, bakanlarımız ve konsüllerimiz dünyanın en ücra köşelerindeki piyasalara girmemize hep yardımcı oldular" [1].

Uluslarası bağlamda petrolün önemi İ. Dünya Savaşı'nda iyice ortaya çıktı. Savaşa giden yıllarda savaş gemileri daha fazla hız ve mesafe (range) elde edebilmek için kömürden petrole geçmişti (petrol fosil yakıtlar arasında en iyi patlama yaratanlardandır), ve bu savaş yine ilk kez savaş amaçlı otomobilin kullanıldığı zaman olacaktır. Petrol yakıtlı tank, ve petrol yakıtlı uçakların kulanımı da bu zamana denk gelir, ve tahmin edilebileceği gibi, İ. Dünya Savaşı'nın sonucunu karar veren en önemli faktörlerden biri petrol olacaktır. Öyle ki İngiliz Savaş Kabine üyesi Lord Curzon savaş sonrası şunları yazmıştır: "Müttefik güçleri zafer denen kıyıya petrolün yarattığı dalga sayesinde erişmiştir".

II. Dünya Savaşı'nda petrol artık tartışmasız en önemli (highest priority) konudur. Alman ve Japon kuvvetleri bu kaynağa erişmek için ellerinden geleni arkalarında koymazken, ABD ve İngiliz kuvvetleri onların bu kaynağa erişmesini engellemek için elinden geleni yapacaktır. Fakat petrol, aynı tarafta olanlar için bile çekişme konusuydu: Roosevelt ve Churchill savaş sonrası petrolün bölüştürülmesi için kıyasıya tartışıyorlardı. Sonunda Suudi Arabistan kaynakları İngiltere'ye gram verilmeden ABD'nin kontrolüne geçtiğinde bu başarı hakkında ABD Devlet Politikaları Planlama Bölümü başkanı George Kennan şunları yazmıştır: "Amerika dünyanın en önemli materyel mükafatını elde etmiştir".

Her Şey Petrol İçin

Askeri gücün petrol ihtiyacı madalyonun bir yüzüdür. Diğer yüz, petrol şirketlerinin askeri güce olan ihtiyaçlarıdır. Yani, dünyanın Rockefeller'lerine verilen destek, sadece diplomat seviyesinde kalmadı: Petrol şirketleri yabancı ülkelerdeki karlı petrol alanlarının çıkarma haklarını alabilmek, ve o petrolün ulaştırılması için nakil güvenliğini sağlayabilmek için ülkelerinin askeriye, istihbarat kuvvetlerine rutin şekilde ihtiyaç duymuşlardır. Bütün üretici şirketler bu kadar kar dönen piyasayı kontrol etmek için ne gerekiyorsa yaptılar, etik olsun olmasın her türlü yöntemi denemekten vazgeçmediler. Bu şirketlerin arasındaki rekabet normal piyasa kurallarının fersah fersah ötesindeydi: Pek çok araştırmanın ortaya çıkardığı üzere, şirketler ve onların sponsor devleti, dikta hükümetlerini desteklemek, rüşvet ve yolsuzluk kullanmak, halk içinde isyan başlatmak, ve o ülkeye düpedüz savaş açmak gibi tüm teknikleri kullanmaktan geri durmamışlardır.

Modern Ortadoğu'nun tarihi bu iddiaların canlı kanıtı gibidir. En uç örneklerden sayılabilecek bir olay, CIA'nın 1959 yılında genç bir haydut/canıyı (thuğ) ayarlayarak Irak'ın o zamanki başbakanı Abd el-Karım Qasım'ı öldürmesi için görevlendirmesiydi. Gencin ismi Saddam Hüseyin idi. Washington'un o zamanki korkusu, milliyetçi bir yönetici olan Qasım'ın ABD petrol şirketleri için kar getiren kuralları değiştirme ihtimalidir. Ondan bir kaç sene önce 1957 tarihinde, CIA bir darbe ayarlayarak İran'daki Mohammed Mossadeğh hükümetini devirir, yerine otokratik Şah'ın gelmesini sağlar. Buradaki amaç ise İran'ın petrolünü kontrol etmek, yani İngiliz'lerin üretim haklarını Amerikan şirketlerine geçirmektir. Gördüğümüz gibi Anglo Sakson'lar içinde de kıyasıya rekabet olmaktadır.

"İçeridekiler"

Irak Savaşı'nda petrol şirketlerinin rolü olmadığını söyleyenler, hep şu sözleri tekrarlarlar: "Petrol şirketlerinin çok az politik gücü vardır, Washington karar mekanizmasının parçası değillerdir, petrol sektörü diğer sektörlerden biridir". Bu argümanlar tamamen yanlıştır: Petrol sektörü ABD ve İngiltere'de her zaman "içeridekilerin önceliğine (insider privileges)" sahip olmuştur ve bu önceliğe has pek çok özel "yardımı" "milli güvenlik" yaftası altında elde etmiştir.

Öncelikle ABD hükümeti bu şirketlere, diğer sektördeki diğer şirketlere verilmeyen, müthiş vergi indirimleri sağlar. 1960 yılında Milli Güvenlik Kurulu'nun tavsiyesi ile uluslararası çalışan petrol şirketleri "yabancı ülke vergi iskontosu" elde etmiştir, buna göre petrol şirketleri petrolü çıkardıkları ülkenin devletine ödedikleri vergiyi/payı kendi vergilerinden düşebilecektir. Ayrıca 1974 yılında ABD kurumsal/holding vergi oranları %48 iken, en büyük 19 petrol şirketinin ödediği vergi sadece %7.6 seviyesindedir. Petrol şirketleri kağıt üstünde yazmadığı halde aktif halde "anti tekel (anti-monopoly)" kurallarından da muhaftır. ABD hükümeti yıllarca uluslarası petrol kartelinden haberdar olmasına rağmen bu karteli dağıtmak için hiçbir şey yapmamıştır. 1952'de Truman başa gelince bir dava başlatacaktır, fakat Milli Güvenlik Kurulu Truman'a anti-tekel davasından bazı suçlamaların yumuşatılması için lobi yapar, başarırlar, suçlamaların yumuşatılması davanın etkisini azaltır, dava 15 sene topal bir şekilde devam eder, ve statüko değişmez. Petrol şirketlerinin "milli güvenlik koruması" aynen olduğu gibi devam eder.

Günümüzde pek çok mega-birleşmenin olduğu onyıl sonucu ortaya çıkan şirketler bile halen anti-tekel kanunlarının kontrolünde değildir. İlginç olan tüm bu şirketler dururken anti-tekel davasının bir bilgi şirketi olan Microsoft hakkında başlatılmış olmasıdır! Petrol şirketleri endüstriyel çıkarların (ikinci dalga) en net olarak ortada olduğu bir sektörde yaşarlar. Bir diğer bilgi şirketi olan Google'ın temiz enerji konusunda araştırma projesi başlatmış raslantı olmamalıdır [3]: Düşük yoğunlukta da olsa, alttan alta bir savaş usulca devam etmektedir. Bir sonraki yazida Irak Savasi ve petrol, sektor/devlet arasindaki baglantilar konularini isleyecegiz.

[1] Random Reminiscences of Men and Events, John D. Rockefeller, 1909

[2] Oil Companies in Iraq: A Century of Rivalry and War

[3] Google'in yonetim kurulunda oturan ilginc bir zat: Cevreci Al Gore.


Bütün gürültü 2007 yılında eski FED başkanı Greenspan'ın "Türbülans Çağı" adlı kitabının bir cümlesiyle başladı. Bu cümle sundan ibaretti: "Herkesin bildiği bir gerçeğin politik bağlamda "kulağa hoş gelmez" haline gelmiş olması beni gerçekten üzüyor, fakat gerçek şudur ki Irak Savaşı'nın ana sebebi petroldür". Bu kelimeler üzerine Greenspan Beyaz Ev'in çok sert saldırılarına maruz oldu, "Georgetown kokteyl partisi analizi yapmış" gibi eleştiriler aldı, Greenspan daha sonra açıklamalarını çeşitlendirip, etrafa dağıtarak sözleri geri çekmiş görüntüsü verdi, fakat olan olmuştu. En yüksek makamda çalışmış bir kişi tarafından Irak Savaşı'nın gerçek sebebi tekrarlanmıştı.

Niye Irak Petrolü?

Irak'ın petrolünü cazip kılan birkaç faktör var. Politik olan sebeplere gelmeden önce, lojistik/mühendislik bağlamında önemli olanlardan başlayalım. Irak petrolünü cazip kılan bir faktör, bu petrolün kaliteli, çok miktarda ve çıkarım masrafı olarak varil başına en düşük masrafı içeriyor olmasıdır.

Kalite: Irak petrolü yüksek miktarda karbon ve sülfür içerir, hafiftir, bu özellikleriyle en pahalı ürünlere rafine edilmesi mümkün olur. Bu petrol dünya piyasasında en yüksek fiyattan satılabilir.

Miktar: Tahminlere göre Irak'ın petrol rezervleri 200 milyar varil civarındadır, ki bu rakamın daha yukarı çıkması mümkün gözükmektedir. Hala bakılması gereken 560 rezervuarın olduğu düşünülmekte ve buralar da araştırılınca toplam petrol kapasitesinin Suudi Arabistan'ı bile geçmesi beklenmektedir.

Masraf: Irak'ın rezervlerinin üçte birinden fazlası 600 metre delinerek erişilebilecek durumdadır. Tüm şirketlerin ağzını sulandıran ünlü Manjoun arazisi bu şekilde rahat erişilebilecek "en az" 25 milyar varillik petrol rezervini barındırmaktadır. Irak petrolü çok geniş arazilerde ve sığ ortamlarda bulunmaktadır ve petrolle beraber aynı yatakta bulunan su ve doğal gazın yarattığı basınç sayesinde ufak sondaj aletleriyle hızlı bir şekilde çıkarılabilmesi mümkün olmaktadır.

Petrol ve Gaz Dergisi'ne göre Irak petrolünü çıkarmak için gereken masraf varil başına $1.5 dolar gibi cüzi bir rakamdır. Kıyasla Malezya ve Amman'da aynı masraf $5 dolar, Meksika ve Rusya'da masraf varil başına $6-8 dolardır. Kuzey Denizi gibi ortamlarda bu masraf $12-14 dolara kadar çıkabilmektedir. Texas, Kanada kuyularında bu rakam $20 doları geçmektedir.

O zaman bir hesap yapalım: Şu anki fahiş petrol fiyatlarından masraf, vergi, vs. gibi rakamları düşüp, gayet "muhafazakar" bir rakam olan varil başına $50 kazanıldığını varsarsak, 250 milyar varil x $50 = $12.5 trilyon dolar gibi bir rakama erişiyoruz! Bu rakama göre Stiglitz'in Irak savaşı hakkında son kitabındaki (ve başlığındaki) "$3 trilyon dolarlık savaş" ibaresi doğru olsa bile, bu geriye hala kazanılabilecek $9.5 trilyon dolarlık bir kazanç bırakmaktadır! Bu dehşet bir rakamdır.

Niye Irak Savaşı

Irak'ın 1972'de petrol üretimini devleştirmesi üzerine tüm dünyada bir petrol devletleştirmesi rüzgarı yaşandı. Bu tarihten başlayarak petrol şirketleri Ortadoğu'daki "yukarı akım (upstream)" denen petrolün üretim, yani arama, sondaj, çıkarma ile ilgili olan "üretim" kısmını kaybetmiş oldular. Orta Doğu'nun o güzel paralarını arkada bırakıp Kuzey Denizi, Afrika'nın batı yakası gibi masrafı fazla, karı düşük yerlerde çıkarma çalışmaları yapmaya mecbur kaldılar. Ayrıca, çeşitlendirme yoluna giderek üretimden ziyade "aşağı akıntı (downstream)" denen rafine etme, taşıma, depolama, ve pazarlama gibi ikincil alanlara yöneldiler.

90'li yılların ortasında şirketler stratejilerini tekrar üretime doğru dönmek üzere revize etmeye başladılar. Bu amaçla petrol şirketleri petrol üreticisi durumundaki ülkelerin hükümetlerine kendileri ile üretim anlaşmaları yapmaları için baskı oluşturmaya başladılar. Bu istekler o ülkelerdeki milliyetçi hissiyatla hiç uyuşmadı. Bilahere, (ne raslantı) 90'lı yılların sonunda tüm petrol üreticisi ülkeler kriz halindeydi: Venezuella, İraq, Cezayir, İran ve öteki üretici ülkeler bunlardan sayılabilir, ve tüm bu bölgelelerde ABD gizli servisi destabilize edici operasyonlarda bilfiil aktif olarak gözüküyordu. Yerel kargaşa ile karşı karşıya olan milliyetçi hükümetler üretimi arttırmak ve mevcut üretimi kaybetmemek için (plana göre) dış yardıma ihtiyaç duyacaktı. Fakat yolsuzluğa batmış bu "milliyetçi" devletler, hep "daha fazlasını" kendileri (popülizm için) istiyordu. Bu da petrol şirketlerine uygun değildi.

Irak'taki petrol bu formülasyona tamamen yeni bir dinamik katacak özelliktedir. ABD'ye yakın bir yönetim muhakkak işin "yukarı akıntı" kısmını ABD/İngiltere şirketlerine bırakacaktır, ve ilk defa şirketler Irak gibi büyük rezervelerin sözkonusu olduğu bir ülkede bizzat kuyuların sahibi haline gelecekti. Bu, devlet petrolcülüğün kartelini temsil eden OPEC'in etkisinin kırılması anlamına gelecektir. ABD/İngiltere etkisi altındaki bir Irak, OPEC'in kota sistemine ciddi bir darbe vurabilir.

Bu durum ayrıca Kuveyt, İran, Suudi Arabistan, Venezuella gibi tüm üretici devletlere de ek bir baskıdır. Bu devletlerde daha fazla kar elde edebilmek için yabancı yatırıma, know-how'a ihtiyaç duyacaktı. Bu tür özelleştirmeler petrol şirketleri için milyarca dolar ek gelir anlamına gelmektedir, bu amaca erişmek için petrol fiyatları geçici şekilde indirilip, şirketlere uygun ortam elde edilince tekrar yükseltilmek bir seçenek olarak planlanmaktaydı.

Rekabet

ABD'nin Irak'ı işgaline giden yol pek çok kavis içeriyor. Fakat bardağı taşıran son damla Irak'taki petrolü başkalarına kaptırma korkusu olmalı.

80/90'larda ABD/İngiltere'nin rakipleri Fransa, Rusya, hatta Japonya ile Çin, Irak ile üretim bağlamında çok karlı anlaşmalara imza atmaya başladılar. Fakat 1990 ve 2003 arasında Birleşmiş Milletler tarafından Irak'a uygulanan yasaklar/müeyyideler (sanctions) rejimi bu anlaşmaların hayata geçmesini engelledi, böylece ABD/İngiltere şirketleri rakiplerine karşı güvenceli bir durumdaydı.

Fakat 1997 yılında müeyyideler dünya çapında destek kaybetmeye başladı. ABD başkanı: Clinton.

Tam bu sırada Rus Lukoil, Fransız Total, Çinli National ve öteki bazı şirketler Irak'ın en büyük petrol alanlarda üretim yapmak üzere, ve bu sefer hayata geçmesi muhtemel anlaşmalara imza attılar. Buna göre Lukoil Batı Qurna'yı, Total Manjoun bölgesini, Çinli National Kuzey Rumalia'da üretim hakkını elde ediyordu. Muhakkak Saddam bunu yasakları delebilmek için yapmıştı - çünkü hemen arkasından, beklenileceği üzere, BM Güvenlik Konseyinde sandalyesi olan ve petrolün kokusunu almış olan Fransa, Çin ve Rusya, yasakların kaldırılması için lobi yapmaya başladılar.

97-98 yılında ABD şirketleri durumun kendileri için iyi olmadığını artık anlamışlardı. Irak petrolü ellerinden gidiyordu. Derhal kongrede lobi çalışmalarına başladılar ve Irak petrolünü kendileri için istediklerini gayet açık bir şekilde belirttiler.

Ve Irak rakip ülkelerle anlaşmaları neredeyse imzalar imzalamaz, Washington askeri kaynaklarını bölgeye aktarmaya başladı ve askeriye ileri yaşlanan, saldırgan bir duruş (threatening forward postüre) durumuna geçti. Operasyon Phoenix Scorpion, Operasyon Deşert Thunder pek çok bölümler halinde neredeyse kesintisiz olarak Kasım 97 ve Aralık 98 arasında devam etti. Diğer yandan Bill Clinton "Irak'ı Özgürleştirme Kanunu" adli bir yasayı onayladı, bu yasanın özü Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesiydi. Londra'da benzer analizler ve kararlar alınıyordu, "İngiltere Stratejik Defans Analizi" Temmuz 98'de Irak'a karşı güç kullanılabileceğinden bahsediyordu.

Aralık 16-19 98 tarihinde ABD/İngiltere ortak şekilde Operasyon Deşert Fox'u başlattı. Bir rafineri vuruldu. Saldırılar ek bir fayda olarak o an Irak'ta olan BM silah gözetlemesinin de bitmesine sebep oldu, böylece BM'nin "Irak'ta silah olmadığı" açıklamasının önüne geçilmiş oluyordu - Irak'ı işgal için önemli bir bahane elden kaçırılmayacaktı.

Bush hükümetinin Irak'ta savaş sonrası durumu, petrol bağlamında bir dahaki yazıda incelenecek.

[1] Oil Companies in Iraq: A Century of Rivalry and War

[2] How the Bush Administration's Iraqi Oil Grab Went Awry

[3] Oil in Iraq: the heart of the Crisis


Vay Cakal

Obama ile Hillary arasindaki yarisma sona dogru gidiyor.. Obama'nin onde bitirmesi ihtimalinin guclenmesi yuzunden, McCain Hillary'yi desteklemis olan kadin secmenlerin Obama'ya bir sure kizgin olabilecegini hesaplamis olmali ki, hemmen nefesi bir kadin programinda alivermis. Kuskun secmenlere bu arada ne kadar ulasabilirse, o kadar daha oy arttiririm dusuncesinde..Programina katildigi Ellen Degeneres ABD'de unlu kadin komedyenlerden.. Ilginc bir diger ozelligi de lezbiyen olmasi. Isi komik yapan, McCain Cumhuriyetci "tabani" da sahiplenmeye ugrasmasi, ve bu sebeple o programda bir arada bir derede kaliyor cunku tabanda escinsel evliligine karsi insanlar var. Degeneres bunu farketmis tabi, sansi kacirmamis, o da hemmen "lezbiyen evliligi hakkinda ne dusunuyorsun" (California'da mahkeme ilk kez buna izin verdi) seklinde McCain'i azicik kizartmis. Sonra "dugunume gelirsin artik" diye takilmis.Obama su ara "Hillary secmenlerine sicak mesajlar verme" mod'unda. DP zorlu bir parti ici mucadele gecirdi ve Hillary'yi destekleyenler dogal olarak duskirikligi yasiyorlar. Oprah'in Obama'yi destekledigini soylemistik, bu Obama'nin onemli bir kozu olabilir. Hizli bir Google aramasi istatistiki olarak bekar kizlarin Degeneres'i, evli hanimlarin Oprah'i seyrettigini soylemekte.