thirdwave

Codeberg Main

Week 20

Ünlü antrepolog / reklamcı Clotaire Rapaille halkların en tepedeki yöneticiyi (çoğunlukla kralı) "baba" kavramı ile nasıl özdeşleştirdiğini açıklar. Bu kavramı kullanarak Rapaille Fransa, ABD'yi inceler: Fransa'da baba tahtan indirilmiş, oldurulmuştur. Böylece bu aksiyonu yapan çocuk bir anlamda büyümüş, ve babanın yerine geçmiştir, F. Cumhurbaşkanı Elysee Sarayı'nda ikamet etmektedir. Kıyasla ABD de bir krallı yenerek başa geçmiştir (İngiliz kralı). Ama Amerikalılar bu kralı oldurmemiş, yerine de geçmemiştir. Onlar kralı "odalarının dışına itmiştir" [1]. Rapaille bu aksiyonu ergenlik çağındaki teenage çocuğun ebeveynlerini odasının dışına itmesine benzetir, ve der ki "bu sayede Amerika ilelebet bir teenage çocuk olarak kalmayı garanti etmiştir".

İngiltere'de kral / kraliçe hala ortadadır, fakat bu kişiler artık yaşlanmış birer anne / baba gibidir. Halk (çocuk) büyümüştür, ebeveynleri de onların "evinin bir köşesinde duran tatlı yaşlı nine, dede" durumundadır. Yaşlı anneye babaya bakılmaktadır, bu yaşlıların çocuklar üzerinde günlük bağlamda fazla etkileri kalmamıştır.

Turkiye'de durum nedir?

Ülkemizde halk ne kralı odasının dışına itmiş, ne onun yerine geçmiş, ne de evin bir kenarında tutmuştur.

Türkiye'de baba çocuğu TERKETMİŞTİR.

Öyle değil mi? Adam gemiye atlayıp kaçmıştır. Tabii bunun olmasında bir sürü sebep vardır, vs. vs. Ama kültürel / duygusal (mal) beyin bu farkı görecek kapasitede değildir. Ona göre baba gitmiştir. Nokta.

İşte kültürel duygusal seviyede Törkişh mentalite, hem siyasi hem sosyal anlamda, belki de bu boşluğu doldurma ihtiyacı duymaktadır. Boşluğu dolduracak "geçici babalar" gelip gitmektedir, çocuk öksüzdür (en saraycıların yaptığı öksüz traşına dikkat çekerim). Belki darbelerin uzun süre başta kalmamasındaki bilinçaltısal sebeplerden biri de budur; terkedilmiş çocuk bir süre teskin edilmekte, ama terkeden babanın yerine kimse geçmek istememektedir.

Tabii ki en faydalı olanı, insanların bu kodları farkedip, onların dingil etkilerinden kendilerini korumalarıdır.

[1] Bu baglamda Turkceye surekli yanlis tercume edilen "Beyaz Saray" kelimesinden bahsetmek gerekir, bu kelime Beyaz Saray degil Beyaz Ev (White House) olarak aktarilmalidir cunku o mekanin saray olmamasi Amerika acisindan kritik bir espridir.


Blokaji delmeye ugrasan sivillerin cesaretini kutlamak lazim. Gemiye cikan Israilli askerlere ilk onlar saldirilmis olabilir, fakat burada tartisilmasi gereken "ilk kim saldirdi" degil, anlamsiz bir Gazze blokajinin ortada olmasidir.

Ulus devletlerin, sinirlarin anlamsizligini bir daha goruyoruz. 2. Cihan Harbi sirasinda Yahudiler kendi devletleri olmadigi icin olduler. Simdi de dogal olarak eldekine simsiki sariliyorlar, gelen gideni fasist bir sekilde kontrolden geciriyorlar, duvar arkasina kapatilanlar, simdi baskalarini duvar arkasina kapatiyor. Ama Israilliler icinde olduklari cagin farkinda degiller.

Diger yandan siviller gerekeni, herkesin onunde kabak gibi duran problemi cozmek icin optimal olani yapmaya ugrasiyor. Onlar durumun farkinda. Gazze'de insanlarin saglik malzemelerine, alet, edavata ihtiyaclari var, onlar da bunu goturuyor.

Taktiksel olarak: Ilk saldiri gemideki siviller tarafindan yapilmis olsa bile (ki buyuk ihtimalle boyle oldu), durum Israil'in kalesinde bir goldur. Bir PR felaketidir. Bunu tepe tepe kullanmak lazim.

Fakat devletler kendilerinden beklendigi sekilde hiyarliga devam ettigi, mevcut olani, statuko bekciligi yapmak cabasini devam ettirdikleri surece, bu tur problemler kendini gostermeye devam edecektir. Sinirlar / otesi cekismesi tum hiziyla surmektedir. Gorduk iste, pek cok ulkeden bir suru sivilin, anlamsiz bir siniri delme cabalari ve onun sonucunda, yaralanip, olmeleri ertesinde onlarin ulkelerinin "devletsel" gururuna zarar geldigi icin, isler cig gibi buyuyor.


El Habibi Göt Tabibi


Kemalistler son zamanlarda dayak yemekten salaga dondu; CHP'de olanlar, ve bu olanlarin dusundurdukleri bu zavallilik kanisini iyice guclendiriyor. Oncelikle - aslinda bu heriflere bir kesim, (ve onlari guya temsil eden) bir parti olarak degil, bir ulke olarak bakilmasinin daha uygun olacagini dusunmeye basladim.

Bu bariz degil mi? Bu insanlar sanki ulke (TR) icinde bambaska bir ulkede yasiyorlar. Bu ulkenin kendine has ulkesel ozellikleri var.. Mesela bu ulke hala tek parti sistemiyle yonetiliyor (CHP), basbakani var (Deniz Baykal). Bu ufak ulkenin tabii ki basbakanin gelip gitmesi muthis ilgi konusu. Demirel (gercek) basbakanliga gelip gitmistir, eh, Baykal da Kemalistan adli ulkenin basbakanligina surekli gelip gidiyor. Dis ulkede artik darbe olamiyor, ama Kemalistan ulkesinde hala darbe olabiliyor. Iste gecende bir darbe daha oldu. Kemalist dingillerin saf (yani tum) konusmalarina dikkat edin; hep bu 'ulke icinde ulke' onkabulunden konusmaktalar sanki.

Kendileri gibi olmayanlar tarafindan 'isgal edilme' korkusunu bu sebeple yasiyorlar. Ustelik bu hissiyatlari yanibaslarinda duran biri icin hissediyorlar. Cunku o kisi baska bir ulkeden.

O zaman, mesela turban sorunu bu insanlar icin ozgurluk, vs. gibi bir seyi temsil etmiyor.

Turban bunlar icin bir gocmen sorunu. Turban takan 'yabancilar' bu hiyarlarin ulkesine sanki goc ediyor.

Ilginc degil mi?


Dani Rodrik'in makalesini baz alirsak, pek cok ulkede gorulen kapisma neyin kapismasidir? Kuresellesme, ulus-devlet, demokrasi uclusunden sadece ikisine sahip olabiliyoruz, mesela Iran kismi demokrasiye, ulus-devlet'e sahip ama kuresellesmeye kapali. AB ulkeleri kuresellesmeye, demokrasiye acik, ulus-devleti yokediyorlar / yokedecekler, Tayland kuresellesmeye acik, demokrasi ve ulus-devleti kapisiyor... Turkiye hangi yolu izler? Akli olarak Turkiye ulus-devletten kurtulacaktir... Kultur kodlarina bakarsak, ulkemizde "dogru olanin" kultur kodu DISARIDA NE VAR idi, kuresellesme ve demokrasi bu "disaridan" tanimina uyar. Ayrica TR demokrasiye cok fazla yatirim yapmis, bu yolda cok fazla bedel odemistir. Odenen bu diyeti hic kimse kaldirip bir kenara atamaz.

Devam edelim: Bati'nin kultur kodu SARAYIN SARAYI olduguna gore Bati'dan Nobel odulu olan Pamuk cizgisi bilincaltlarina "gercek saray boyle istiyor" mesajini yollamistir.

Akli olarak: sinirlarin kapali tutulmasi militarizmi besliyor (hatta onlarin varolus sebebi), bilgi toplumuna gidildigi cagda "kalabalik ordu" kavraminin yokedilmesi icin [1] sinirlarin delinmesi gerekecek. Bu da ulus-devlet kavraminin kenara itilmesi demek olacaktir. Zaten buyuk boyutlardaki hicbir problemi su anda hicbir ulus-devleti kendi basina cozecek durumda degildir. Terorizm, salgin hastaliklar, iklim problemi gibi pek cok "buyuk" sorun beraber calismayi (cooperation) gerektiriyor.

O zaman hem akli, hem kulturel / duygusal (mal) beyin ayni yonu gosteriyor.

Rodrik'in kavramlarina gore demek ki TR'de gorulen cekisme demokrasi <-> ulus-devlet kapismasidir, kuresellesme her iki tarafinda da istedigi bir konumdadir. 3. dalga etkileri ise, en baz seviyede hem demokrasiyi, ozgurlukleri, hem de kuresellesmeyi ittiren en basat kuvvettir.

[1] Vietnam'da, en son Irak'ta goruldugu gibi savunma icin alansal (territorial) savunmanin gereksizligi iyice ortaya cikti. Bireysel teknolojilerin guclenmesi ile patlayicilar, hafif silahlar ve saglam istihbarat esliginde bir ulkenin isgale gayri-nizami tekniklerle cok etkili mukavemet gosterilebildigini goruyoruz. Demek ki kalabalik ordu gereksiz ve aptalcadir. Guc yansitma / tasima (power projection) gerektiginde ise, bu noktasal operasyon ve ozel yetenekli, egitimli birimler uzerinden gerceklestirilebilmektedir. Baglanti.


Suradaki tahmin halen gecerli: Oyun Teorisi kullanarak De Masquita'nin yaptigi tahmine gore Iran nukleer silah kalitesinde yakit imal edecek, ama silahin kendisini imal etmeyecektir.

Fakat bu tahmin, Turkiye'nin araya girerek eldeki yakitin alis verisi icin arabuluculugunun iyi olmadigi anlaminda gelmez. TR ise bir tarafindan dahil olmustur, bu iyidir. Her turlu uluslararasi alisveris, sinirlar uzerinden bir seylerin gelip gittigi her durum, her cozum TR icin iyidir. Ise bir tarafindan dahil olmak faydalidir.

Amerika, Iran'in silah yapmayacagini bilmiyor mu? Baglantisi verilen tahminler onlara da gidiyor muhakkak. Fakat modern okuz devletlerde danismanlik (influence) isi biraz ikirciklidir. Mesela Asya hakkinda danismanlik gerektiginde, bir suru danismani cagirirlar, her birine bir ulke verirler. Ulan salak: ulkelerin her yaptigi birbirine etkiliyor, zaten her bolgede cogu devletin cogunun ayri bir antite olmasi bile bir garabet. Ama modern okuz devletin bunlara kafasi basmaz. Kutulara ayirir, kutular uzerinden dusunur, cunku kafasi ancak kutulara yetecek kadardir.

Iran hakkinda tavsiye kutulardan birine girmistir, burokratin teki mal gibi bu tavsiyeye bakmistir, sonra bir kenara kaldirmistir.

Nukleer silah konusunda yaptirim ise yaramaz. Yaptirim her tarafindan delinebiliyor zaten.

Rusya son olaylardan rahatsiz deniyor, buradaki sebep TIME dergisindeki bir yoruma gore Turkiye'yi one cikarilmasinin kendilerini by-pass edecek Iran-Turkiye merkezli yeni bir boru hattindan korkmalari. Olay baska bir boyutta.


Pakistan ABD Buyukelcisi: Ataturk Ornegini Takip Etmeyecegiz

"Turkiye'de Kemalizm bir basari hikayesi gibi gozukmus olabilir, fakat bu hikaye allanip pullandigi kadar basarili degildir. Kemalizm-sonrasi Turkiye ekonomik, ozgurlukler baglaminda aslinda cok daha buyuk bir basari hikayesidir. Pakistan, Fransiz usulu, Jakoben stilinde dini yoketmeye ugrasan bir laikligi takip etmeyecektir. Bir gun Amerika'daki dini ozgurluklere sahip olmaya umuyoruz, ki burada insanlar dindar ama prensip oyle ki devlet bir dini kayirmaya ugrasmiyor [dakika 7:00 - 8:26]". Moderator: Parag Khanna.Video


Dani Rodrik makalesinden

Aslında [Yunan çıkışlı] kriz benim dünya ekonomisinin üçlemi [1] diye nitelendirdiğim problemin sürekli kendini göstermesinden ibaret. Ekonomik küreselleşme, demokrasi, ve ulus-devlet birbiriyle uzlaşması mümkün olmayan 3 kavramdır. Bu üç kavramdan sadece ikisine aynı anda sahip olabiliriz. Demokrasi milletlerin kaderini tayin hakkıyla uyumludur, eğer küreselleşmeyi kısıtlarsak. Eğer küreselleşmede ilerlemek istiyor ama aynı anda ulus-devleti tutmak istiyorsak, o zaman demokrasiyi bir kenara atmak zorundayız. Ama demokrasi ile küreselleşmeyi aynı anda istiyorsak, o zaman ulus-devlet'ten vazgeceğiz, ve daha fazla uluslararası yönetim süreçlerine dahil olacağız.

Dünya ekonomisinin tarihi bu üçlemi ispatlar nitelikte. Küreselleşmenin ilk evresi diyebileceğimiz 1914'e kadar süren zaman, ekonomik ve para politikaları iç politika baskısından izole edilebildiği sürece başarılı olabilmiştir. Bu politikalar tamamen altın standartının gerekliliklerine ve sermayenin rahatça dolaşabilmesinin emrine amade edilebilirdi. Ama ülkelerin iç politik sahası genişlediği ve emek sınıfı organize olduğu, ve kitle politikaları bir norm haline geldiği anda, iç ekonomik gereklilikler dış kuralları boğdu.

Bunun klasik örneği Britanya'nın iki Cihan Harbi arasındaki dönemde kısa bir süreyle altın standartına döndüğü zamandır. I. Cihan Harbi öncesi küreselleşme ortamına dönmeye uğraşan Britanya'nın çabaları 1931'de çöktü, çünkü iç politanın zorlaması Britanya hükümetini tekrar enflasyonist (reflation) politikalara dönüp altın standartını kenara atmaya zorladı.

1944'te Bretton Woods'un mimarları dünyanın para düzenini hazırlarken bu dersi çok iyi hatırladılar. Onlar demokratik ülkelerin bağımsız para politikalarını idare etmeleri için serbest bir alana ihtiyaç duyacaklarını çok iyi biliyorlardı. Bu mimarlar bu sebeple çok 'ince' bir küreselleşme planladılar, ve sermaye akışlarını sadece uzun vadeli borçlanmaya kısıtladılar. John Maynard Keynes ve Harry Dexter White sermaye hareketleri üzerindeki sınırları geçici bir düzen olarak değil, küresel ekonominin önemli bir parçası olarak görüyorlardı.

Bretton Woods düzeni 1970'de ya devletlerin devasa boyutlardaki sermayenin hareketini kısıtlamasındaki ya isteksizliği, ya da beceriksizliği -hangisinin olduğundan hala emin değiliz- yüzünden çöktü.

Üçlem problemini çözmenin yollarından bir diğeri ulus-devlet'ten tamamen vazgeçmekti, Bu durumda pek çok devlet / eyalet arasındaki ekonomik entegrasyonu politik entegrasyonu demokrasi üzerinden bağlanabiliyordu. Bu durumda milletlerin kaderini tayini demokratik politikanın "uluslarötesi olması" ile telafi ediliyordu. Bunu federalizmin küresel versiyonu olarak düşünebiliriz.

Mesela Amerika Birleşik Devletleri federal hükümeti eyalatlerden yeterince politik kontrolü eline alınca birleşik bir piyasa ortaya çıkardı. Tabii bu süreç, koca bir İç Savaş'ın gösterdiği gibi, hiç te toz pembe bir süreç değildi.

[...]

Yunanistan, ortak para, birleşmiş sermaye piyasalarından, serbest ticaretten faydalandı. Fakat, Yunanistan bir "en son çare olacak borç verici (lender of last resort)"'e sahip değildi. Yunan vatandaşları işsiz kaldıkları zaman Brüksel'den işsizlik sigortası parası almıyorlardı, ki mesela ABD'de California eyaletindekiler eğer orada bir kriz olursa Washington'dan böyle bir ödeme alabiliyorlar. Ya da, dil farklılığı yüzünden işsiz kalan Yunanlar sınırı rahatça geçerek başka bir AB ülkesinde rahatça iş bulabilecek durumda değiller. Yunan bankaları ve şirketleri, hükümetlerinin kötü yönetimi yüzünden kredi notlarını kaybediyorlar, yani aynı anda batma probleminden izole değiller.

[1] İkilem (dilemma) tanımı üzerinde bir kelime oyunu yapıyor, onun yerine üçlem (trilemma) kelimesini kullanıyor.